8 Eylül 2012 Cumartesi

Süper İyi Bir Gün - Dört


Sessizce kuruyor içinde soluk renkli çiçekler
Asfaltlanmış mutluluğa giden bütün kestirmeler
Hayatın getirdiği yeni sorumluluklara psikoloji biliminde "gelişim görevleri" deniyor. Gelişim görevlerimi birer birer yerine getirirken karşıma çıkacak yeni görevlere hazırlıklı olmam için halihazırda önümde duran görevleri başarıyla tamamlamam gerek ancak öyle bir ülkede yaşıyoruz ki kimi gruplara üye olmadığın an bu görevleri yerine getiremiyorsun.
Bir Radyo Televizyon Sinema Bölümü mezunu, yirmi yıl sonrasının yönetmeni, günümüz Türkiye'sinde karnını doyuracak bir iş bile bulamıyor. Ben işimi buldum, çalışmaya dahi başladım, ancak Değerlim bir işe sahip olmadığı için bütün hayaller, umutlar beklemeli. Bırakın hayallerin umutların beklemesini, yüzünü görmem bile buna bağlı. Ne saçma.
Aylar geçtikçe umutsuzluk artıyor, umutsuzluk yanında umudu da büyütüyor. Eğer bu böyle olmasa diğerlerinin asfaltladığı bir yolda mutlu olamazdık.

Yeni bir dünya keşfet kendine
Bu kez hiç durmayan
Bir şövalye var içinde seni koruyan…
Gelişim görevlerinden bahsettim, bu görevlerimden biri de bir iş bulup bu işte süreklilik sağlamamdı. Yavaş yavaş sabahın altısında uyanıp yediyi on üç geçe servise binmeye, sekiz saat dersin birkaçının dolu olmasına ve öğrencilerin gelmemesine, daha çok kazanmak için cumartesi günleri çalışmaya, dönüş için servisin beşi on beş geçe GATA'dan çıkmasına, iş hayatındaki henüz keşfedemediğim dalaverelere alışıyorum. Çocukken çalışacağımı bilerek büyüdüm ancak çalışmanın böyle olduğunu bana kimse anlatmamıştı.
Çalışmanın beraberinde getirdiği sorumluluklar erken uyanmak, hayatın düzenli olması, erkenden uyumak, maç izleyememek, cumartesi günü bile erken uyanmak, ailenle daha az vakit geçirmek, Değerlinle daha az görüşmek, odanda daha az vakit geçirmek vs değil. Psikolojik olarak yaşanan zorluk bambaşka.
Geçen hafta (yani ilk haftam) sorguladığım tek şey şuydu: Gün yirmi dört saat. Ben saat altıda uyanıp yedide evden çıkıyorum. Akşam dört kırk beşte ders bitiyor. Altıya yirmi kala evde oluyorum. Saat ona dek dinlenmek, yemek, aileyle ve Değerlimle sohbet derken tekrar uyku. Yani toplamda yaşamam için bana kalan zaman sadece üç saat. Haftada bir gün artı yirmi bir saat kalıyor bana. Ben ne zaman kitap okuyacağım? Ben ne zaman Gençlik Parkı'na gideceğim? Ben ne zaman evleneceğim? Sorular da sorular...
Sonra geçti.
Çünkü çalışmak çok güzel. Öğrencinin sana alışması, derslerdeki verim ve tabi büyümek. Nihan Hanım, Nihan Hoca... Bunlar güzel duygular.
Yepyeni bir dünya anlayacağınız, alışılması gereken.

Küfretme hayata güzelliğini kirleteceksin
Bir gün sen de kırılmaz kalpler icat edeceksin
Küçük, sığ ve sadece ben ve Değerlim dışındaki konuların odak olduğunu gördüğüm bir hayatı yaşamaya başlarsam durdurmalıyım kendimi.
Öyle tuhaf bir mesleğim var ki! Zihin engelliler öğretmenliği. Hem fiziksel hem psikolojik birçok şeyi götürüyor sizden. Her dakika hareket halinde ve her dakika bir gerginliğin içindesiniz. Ne yapacağım? Nasıl öğretmem gerek? Bu öğrencinin bireysel farklarına göre dersi nasıl uyarlarım? Öğrencinin ailesine ne diyeceğim? Sorular da sorular.
Onlarca "engel"in arasında bu engele bağımlı yaşamı en aza indirecek becerileri o öğrencilere öğretmeye çalışıyor olmak muhteşem. Mesleğinin bu olması çok güzel. Ancak işte böylesi duygular dünyadaysa, dünyaya kızmadan edemiyor insan. Ancak birgün bakıyorsunuz ki alışıyorsunuz. Alışmamam gerek. En azından bu hassasiyetimi canlı tutmam gerek diyorum, sadece diyorum.
Benim kalbim hala kırılıyor.

Yeni gözler uydur yüzüne
Bu kez hiç ağlamayan
Bir şövalye var içinde seni koruyan
Ve tabi sözleri yazının anlamı, bu sıralar hayatımın görüntüsünün altında akan o fon müziği olan şarkı... Yeni kurduğum, tamamen benim eserim olan bu hayatın şovalyesi...
Uzaklıkların, önyargıların ve horgörmelerin içinde devam eden ve oldukça güzel sınanan bir duygum var. Şükredip duruyorum. Bizim kurduğumuz, kendi dilimizdeki bu "anlam"lar sizin o kurduğunuz, ortaya attığınız ırklardan, sınırlardan ve silahlardan oldukça uzakta. Bunu neden mi söyledim? İçimde durmadan kurduğum bir cümleyi bilmeliydiniz.
Eğer bir gün herkesin insan olduğu bir yer bulursak, yani ne ben Laz, ne sen Türk ne de o Kürt olmadığı zaman, sadece insan olduğumuzun bilindiği bir yer keşfettiğimiz zaman "hiç ağlamayan" sözü gerçek olacak işte. O günleri bekliyoruz. Sanırım cennetten önce de olacak gibi değil. "Yüce divan"da belki buluşur konuşuruz, anlatırız size başımızdan geçenleri. "Üzgünüm, cemaatte değilsin. Sana iş bulamam." "Kürt müsün? Hım." Diyorlar da diyorlar.
Şovalyelik bandını taktık kolumuza, sadece dualarımız var cebimizde, Allah'ın verdiği duygularımız da...
...
İyi döktüm içimi iyi.
Özlemişim seni okuyucu.
Bir de sessiz kalmasan!