29 Nisan 2015 Çarşamba

Anılara Dokunmanın Yaşı.


Anılara, yazdığınız yazıların başlığına nokta koymaya başladığınızda, dokunmaya başlarsınız.
Bunun yaşı ise değişir, anıların karakterinizde bıraktığı ize göre.
Hayatınızdan yüzlerce insan gelir geçerken neden sadece birkaçının iz bırakarak gittiğini de anlamanız aynı yaşlara denk gelir.
Bu tuhaf değil.
Büyüdüm, daha fazlası yok, en yaşlı benim; dediğinizde ertesi gün yeniden doğduğunuzu anladığınız gün başlarsınız anılara dokunmaya.
"Eskiden" bir araya getirebildiğiniz kelimelere hükmedemediğinizi gördüğünüzde, bir karalama yapacakken aklınıza milyonlarca fikrin aynı anda denk gelmesi bu zamanlarla aynıdır.
Bu da tuhaf değil.
Bir gün çıkıp, aniden, anılara "sahiden" dokunmaya gittiğinizde önce sizi masal gibi bir meydan karşılar.
Bu meydanda adım başı anı düştüğü gibi saniye başı da bir anı düşer.
Kimse bilmez, kimse duymaz.
Bu da tuhaf değil.
Meydandan giden yolu takip ettiğinizde bir beton yığının ne kadar hayatınıza işleyebileceğini fark edersiniz. Şaşırırsınız.
Bilirsiniz, tuhaf değil.
Sonra, artık hayatının en güzel döneminde olan bembeyaz eller sarar anıları. O ellerin yanında bilirsin ki anılara dokunuyorsun. O ellerle kaç gece beraber ağlamış ve kaç gün beraber salata karıştırmışsındır. Artık her salata odur.
Ve tabi bu da tuhaf değil.
Senelik ellerin arasından ayrılıp bütün hakikati çözmüş ve artık kadim dost olmuşlara gidersin. Üç mezar taşı karşılar seni. İlk kez bir mezarı görünce mutlu olursun, huzur duyarsın. Mezarların güzelliğini anlata anlata bitiremezsin. (Neden kabir değil mezar dediğimi önceki yazılarımdan bilen bilir.) Anlatırsın, anlatırsın, anlatırsın. Mezardır sonuçta, hüzündür herkese göre. Ama sana göre öyle değildir. O  mezarlar bir aşkın ve yepyeni bir sevginin sonsuza dek yaşamaya attıkları adımın ilk izidir. Sonraki izi gördüğünde burada olamayacağını hayal edersin. İçin huzurla dolar. Güzel yürekli insanlar erken gider.
Bu tuhaf, hiç değil.
Allah aramızda kirlenmelerine izin vermez öyle değerlilerin.
O üç güzel mezarın yanından ayrıldığında artık anılar her yerine bulaşmıştır.
Gözlerine, ellerine, dudaklarına, ayaklarına...
Çıkarmak istemezsin. Günlerce, aylarca, ölene dek o anılarla yaşamak ve kaybolmak istersin bilincinin içinde. Ancak insanlar buna izin vermez. Hepsi bunu ister ama birbirlerine izin vermezler. Koştururlar anıları üzerlerinden dökerek. Hiç sevdikleri ölmemiş, hiç sevdikleri gitmemiş, hiç sevmemiş ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar anılarını dökerek. O, değerli anıları.
Bunu fark ettiğinde anılara dokunmuşsun demektir.
Bu tuhaf.

27 Nisan 2015 Pazartesi

"Şimdi için buradayım."


Amasya'da bir tepenin yamacına tırmanırken "Her yerde mezarlar bıraktığımız günler de mi gelecekti?" demiştim.
....
O ise Diyarbakır'da, hayatımda gördüğüm en büyük ve "değerli" mezarlıkta yürürken "Şimdi için buradayım." demişti.
Bir diğer cümlesi de aylar sonra ben tarafından söylendi.
...
Şimdi için buradayım.
Evet! Sen, ben, o ve diğerleri! Hepimiz! Sadece "şimdi" için buradayız. Birazdan nerede olacağımız ve az önce nerede olduğumuzun bir önemi yok. Şimdi, buradayız.
...
Şimdi için buradayım.
Evet! Sen, ben, o ve diğerleri! Hepimiz! Sadece "şimdi" için buradayız.Yaşadık koca kentleri, yürüdük onca yolları, çektik onca dertleri, geldik buraya şimdi için. Her şeyi sorguladığımız şimdi, bir başka şimdiye dek en değerli an olarak kalacak.
...
Unutma.
Şimdi için buradayım.
Şimdi için buradasın.
Şimdi için buradayız.

23 Nisan 2015 Perşembe

Benim Lazer Deneyimim: Hikayenin Sonu


Herkese merhabalar.
Bir 23 Nisan günü sesleniyorum sizlere. Gözümde güneş gözlüğüm var. Küçük bir önlem.
Bildiğiniz gibi en son, gözüm uygun olmadığı için lazer operasyonumu ertelemek zorunda kalmıştım. Nisan ayında çağırmıştı bir önceki doktorum beni. Bu süreçte Dünya Göz'den ikiyüz küsür liralık muayene ücreti ödemeye bir türlü cesaret edemedim. Geldim taa nisanın sonuna...
...
Farklı kişilerden aldığım yanlış bir tavsiyeyle Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nin Göz Hastalıkları Bölümü'ndeki Zöhre Hanım'a yönlendirildim. Zöhre Hanım orada lazer ameliyatı olamayacağımı söyleyince eyvah dedim.
Çünkü özel hastanelerde birçok para vererek olmam gerekiyordu yine bu ameliyatı! Kös kös araştırma yaparken yeniden gözlerim Doç. Dr. Mehmet Koray Budak'a çevrildi.
Bir heyecanla aradım. Randevu aldım.
...
Kısaca size şöyle özetleyeyim.
300 lira muayene ücreti isteniyordu ancak aynı gün ameliyat olunursa bu ücret alınmıyordu. 1800 ile 2800 lira arasında bu operasyon değişiyordu.
Bir gaz ile gittim çarşamba günü. Ayrıca Koray Bey'in merkezinin yeri çok basit ve herkesin bulabileceği bir yerde. Tunalı 82-B'de. Çok rahat bulunca insan mutlu gidiyor. Bekleme salonunun dizaynı çok keyifliydi. Heyecandan hiç fotoğraf çekemedim ancak hem otantik hem modern bir tarzı vardı ve dinlendiriyordu. Çalışanlar ise ilgili, güleryüzlü insanlardı.
Koray Bey dünyanın en çok güven veren doktoru. Muayenelerin sonunda gözlerimin çok sağlıklı olduğunu, operasyona hazır olduğumu söyledi. (Benden önce gelen bir öğrenciye uygun olmadığını söyleyerek ona lazer uygulamayı reddetmişti. bunu da not düşeyim.) Bugün olmak isteyip istemediğimi ve hangi yöntemi istediğimi sordu. PRK daha önce de bahsettiğim gibi zor ve ağrılı bir süreç istiyordu benden. 1000 lira fark vererek intralasek denen yöntemle ameliyat olmak istediğimi söyledim.
Birkaç ilaç almam gerektiğini ve açsam yemek yemem gerektiğini söylediler. Annemle dışarı çıkıp, atıştırmalık bir şeyler yedik. İlaçlarımızı alıp muayenehaneye döndük.
Bir sakinleştirici hap ve üç tane sinir uçlarını  uyuşturan hap aldım. Ayrıca bir de şeker.
Beni çağırmaya gelmeleri uzadıkça heyecanım artsa da sakinleştirici etkisini gösterdi sanırım. Belki de ben öyle hissettim.
Operasyona bir önlük giydirilip alındım. Operasyon sanki bir dakika sürdü ama annemin dediğine göre çıkmam on iki dakika sürmüş. Buna kıyafetimi değiştirmem, saçlarımı açmam vs dahil.
Gözlüklerimi son kez çıkardığım an çok duygusaldı. Bunu herkes yaşamalı. Herkes.
Operasyonun en sinir bozucu kısmı ilk yarım dakikası. Gözümü bir cihazla açıp uyuşana kadar geçen süre yani. O da yarım dakika bile sürmüyor. Sonrasında herhangi bir acı yok. Sonrası nasıl mı? Renklerin gözünüzün önünden geçip gittiği keyifli bir süreç.
Sağ gözüm bittiğinde Koray Bey nasıl olduğumu sordu. Ben de "Görsel bir şölen yaşıyorum." dedim.
İkinci göz de bitince her şey bitti.
Mutluluktan; önce hemşire hanıma sonra da Koray Bey'e sarıldım. Onlar beni gözlükten kurtaran insanlar sonuç olarak.
Çıktığımdaysa bu zamana kadar operasyonda en rahat hareket eden hasta olduğumu öğrendim. "Cesur hasta" unvanını aldım.
...
Bir saat kadar bir odada dinlendirdiler beni. O arada ağrı sancı yokken çıkmamıza yakın ışığa karşı çok büyük tepki gösterdi gözüm. Eve gidene dek gözümü hiç açamadım. Eve gelip ilaç alıp damlaları damlata damlata uyuduktan sonra (bir saat kadar) her şey süper oldu.
Uyandığımda daha net ve iyi görüyordum. Gece boyu da hiç ağrım olmadı.
...
Ertesi sabah doğru hastaneye. Koray Bey gözlerime bakıp herhangi bir sorun olmadığını söyleyerek lenslerimi bana çaktırmadan aldı.
Ve hikaye burada bitti.
...
İnanabiliyor musunuz?
Gözlüğüm olmadan görebiliyorum.
"Bu paralar verilir mi? Ne gerek var?!" demeyin. Demeyin. Bu duygu her şeye değecek ve yine değecek bir duygu.
Etrafınızda bu operasyonu hor gören ya da basitleştiren ve belki de masraf olarak gören birileri olabilir. Olsunlar. Siz aldırmayın. O lenslerle ve gözlüklerle neler çektiğinizi benden iyi kimse bilemez.
Düşünmeden gidin, deneyin. On dakika bir görsel şölen ve sonrası herhangi bir alet olmadan net bir dünya!
...
Bu konuda da tabi ki Koray Bey'i tavsiye ediyorum. Hem de şiddetle.
Ayırdığınız bütün vakte ve paraya değer.
Daha net ve pıtırcık bir dünyadan sevgiler.
(Bu yazıyı dün ameliyat olmuş biri yazıyor, ne tuhaf!)
...
EKLEME: Ameliyattan tam beş gün sonra.
İkinci günün gecesinde aslında fark etmesem de net görmeye başlamışım. Üçüncü gün uyandığımda artık görüşümle ilgili bir sıkıntı kalmamıştı.
Sadece ameliyattan sonra her dakika lens takıyormuşum gibi gözlerim erkenden yorulmaya başlamıştı. Bu da çok çok uyku yapıyor. İlk günler evden çıkmamak ve temiz ortamda kalmak bence en doğru adım.
Beşinci günümde ise gözlerim artık daha güçlü, daha net görüyor. Yalnızca "gece ışık patlaması " dedikleri şeyi deneyimledim. O da şöyle ki sadece sokak lambalarına baktığınızda etrafındaki haleler daha geniş görünüyor ama bence etrafı net görmek için bu bir bahane değil ve olsun be gülüm!
Durum bu.
Yeni bir gelişme olduğunda yeniden yazıya "EKLEME" eklerim. Sevgiler.

12 Nisan 2015 Pazar

Bir daha hiç 24 yaşımda olamayacağım.


Yarın 13 Nisan, 2015. Pazartesi.
Hayatımın yirmi beşinci yılının ilk günü.
Yakın bir zamanda ölecek miyim nedir, bu sıralar oldukça çok ölümü ve geçen saniyelerin değerini düşünüyorum.
Değer verdiklerime ya da vermediklerime harcadığım ömrümün değerini fark ediyorum.
"Ben de öleceğim." birkaç haftadır kurduğum bir cümle.
Evet, herkes öleceğini bilir.
Benim bahsettiğim ölüm başka.
Birine aşık olurken, birine bir dert anlatırken, biriyle kahvaltı yaparken, birine kızarken, birine kırılırken geçen ömür tamamen kendi ömrümüz.
Tuhaf "etkinliklerle" ömrümüzü tüketiyoruz.
Bunu fark ettirdi yirmi dördüncü yaşım, sağ olsun.
...
Oldukça mutsuz başlayıp oldukça huzurlu biten bir yıl oldu benim için.
Şimdi uzun uzun mecazlarla çaktırmamaya çalışarak içimi dökeceğim sizlere. (Yazının sonunda görüyorum ki mecazlardan uzak ve net bir yazı olmuş. Dilimin ayarını!)
Çünkü hayatımda var olan içimi dökebileceğim dostlarımı kırıp üstlerine fazladan yükler yüklemek istemiyorum bu kez.
Bu kez siz "okuyucularımla" paylaşayım yaşımı.
İlk kez bencil değilim.
Yirmi dördüncü yaşım bunu da öğretti.
...
Geçen seneki günüm, çok mutsuz geçmişti.
Zorla, kendi kendime mutlu olmaya çalışmış ancak başaramamıştım.
O zamanki acılarımı şimdi hasretle anıyorum, içlerinde aşk vardı.
Kayınpederimle tanışmıştım, berbat bir vesile ile.
Onu hatırlatan bir hırka ile dolaştım bir yıl.
Yine öyle.
Haziran'da onu kaybetmiş olmam birçok şeyi tepe taklak etmiş olabilir.
Her şeyin düzene gireceğini ümit ederek geçti ömrüm, yine öyle oldu.
Ancak ümit ederken boş durmanın saçmalığını anlamam henüz başıma geldi.
...
Büyüdüğüm günler, diye bir yazı yazmıştım zamanında.
Bu seneden önce hiç bu kadar büyümemiştim sanırım.
Çocukluk anılarımın sonu geldi, dostumu toprağa verdim.
Son zamanlarda onu çok özlüyorum.
Uzun yıllar görüşemesek de aramızda mesafeler olsa da orada bir yerde olduğunu bilmek bile güzelken şimdi ölene dek bir daha göremeyecek olmak, asıl şimdi şimdi canımı yakıyor.
Düğünümde kuşağımı bağlayacak kişiyi yeniden düşünüyor olmak öyle berbat ki!
Bu cümle aklımdan geçtikçe şimdi olduğu gibi ağlıyorum.
Buna ağlamak denmez aslında.
Başka bir şey!
Murat beni çok büyüttü.
Şimdi biz de onun çocuklarını büyüteceğiz.
Onun yaptığı kadar erdemli olabilmek isterdim.
Hiçbir zaman olamayacağım.
...
Bu yaşımda bir de paha biçilemez ve dünyada sadece bir tane olan kardeşim olduğunu fark ettim.
Artık başucumda onun resmi var.
Allah'ın beni dünyaya gönderdikten bir sene sonra peşimden yolladığı ilk gerçek dostum.
Sansürsüz tek sırdaşım.
Bunu yeni anladım.
Annenin ve babanın değerini zaten bilirsin de; kardeşin değerini sana çektiğin sıkıntılar öğretiyor.
Çok sıkıntılı bir ömrüm yok.
Huzurum yerinde ama çok sorguluyorum.
Etik üzerine tanrı üzerine çok sorguluyorum.
...
Bu yaşımda insanlara bakış açımın çok çok yanlış olduğunu da fark ettim.
Hor gördüğüm eşcinsellerin, dışladığım milliyetçilerin, anlam veremediğim ateistlerin ve benden farklı olduğu için kızdığım herkesin gözünden dünyaya bakmayı denedim.
Başardım mı bilmiyorum.
En azından artık hepsini seviyorum.
Hepsini kucaklayabiliyorum.
Çünkü onları da beni yaratan tanrının yarattığına iman ediyorum.
Tek sebebi bu da değil.
Onlardaki farklı tatları alabilmek de büyük keyif.
Çok şükür.
...
Bu yaşımda öğrencilerimin gözünde tanrıyı gördüm.
Benim kim olduğumu, inancımın ne olduğunu, gözlerimin ne renk ya da boyumun ne kadar uzun olduğunu bilemeyecek ve aslında umursamayacak bir çocuğun bana sarılışındaki kutsallığı keşfettim.
Zihinsel engelli, otizmli, gelişim geriliği olan ya da herhangi bir engel grubunda sırf daha rahat isimlendirilebilsinler diye sistem tarafından etiketlenmiş bütün çocukları sevebilmenin, kızarken bile sevebilmenin tadını aldım.
Bir çocuğa "Ömer!" dediğimde "Hı!" demeyi öğretmenin hazzını aldım.
Özel çocukların özel ailelerine umut olmanın huzurunu yaşadım.
Bu kalplere dokunmanın değerini bildim, hor görmedim.
Hor görene açtığım savaşta yılmadım.
Boyun eğmedim.
Eğmemek içinse şimdi birçok şeyden vazgeçiyorum.
Bu başka bir yazının konusu.
...
Yirmi dördüncü yılım hayatımda ilk defa Mardin'i, Diyarbakır'ı, Sinop'u ve Artvin'i gördüğüm bir yıl oldu.
Ne güzel yaratıyor Yaratan!
...
Orhan Veli'nin yüz birinci yaşı kutlu olsun.
Yarın yine çantamda bir tomar Orhan Veli şiiriyle doğumgünümüzü kutlayacağım sevgili dostumla.
Bu kez Sevgili Dostum Tezer, Sevgili Dostum Yakup Kadri, Sevgili Dostum Ferit, Sevgili Dostum Peyami, Sevgili Dostum Fyodor ve tabi Sevgili Dostum Knut da yanımızda olacak.
Siz de yarın yanınıza birkaç dostunuzu alın.
...
Ve bugün odamın ortasında kardeşimle, dünyada tek olan kardeşimle dans ederken fark ettim ki hiçbir zaman 12 Nisan 2015 pazar gününün saat 17.02'sini bir daha hiç yaşamayacaktık.
Bunu fark etmek kadar anlamlı bir şey yok.
Yirmi dördünüzü beklemeyin.
Ya da hangi yaşlar varsa önünüzde...
Bence; koştururken durun ve bir an düşünün.
Bir daha bu anı asla yaşayamayacaksınız.