27 Ocak 2013 Pazar

Neva'nın Ardından

Uzun bir aradan sonra haftasonunu evde geçirmenin verdiği mutluluğu sizlerle paylaşmaktan çok memnunum. Bugünlere babaannem damgasını vurmasa iyiydi ama olsun...
Artık öğretmen olmaya, çalışan insan olmaya ve çalışma temposuna alıştım. Bu alışkanlığın arasına kitap okumak için vakit ayırmayı da unutmadım tabi. Her öğle arası eğer toplantım yoksa kahvemi yapıp kitabımı okuyorum öğretmenler odasında. Hoş bir süreç oluyor ders arasında. Hem öğretmenler odasında "bazen" içinde bulunmak istemediğim muhabbetlere de katılmamış oluyorum. Hem de kitap okuma özlemimi gidermiş oluyorum.
Sevdiceğimin Dikimevi'ndeki eşyalı evinden aşırdığımız bir kitap vardı. İki yaz önce başlamıştım ama sonradan sıkılıp bırakmıştım. Adı "Neva" olan bu kitap geçti elime geçen gün. Alayım yanıma, o gürültüde okunur bu, dedim. Okunuyordu da.
Okuldaki hocalardan biri çok beğenmiş kitabı. Ama işn kötüsü kitap zevkine pek güvenmediğim, daha doğru kelime ile kitap zevklerimizin tutmadığı bir hoca söyleyince tabi şüphelendim. Kitabın sonunu da büyük bir keyifle söyledi tabi, bir de bu var. Ne demekse?! Her neyse...
Kitabın sonunu öğrenince zaten boşa gözlerimi yorduğumu düşündüğüm süreci hızlandırdım ve de kitabı bitirdim.
Sevgili Ilgın Olut kendi yaşam öyküsünü anlatmış ama bir de gizemli hava katmak için "benim ve sizin ben olduğunu sandığınız kişi" diyerek bahsediyor kitaptaki Ilgın'dan.
Ilgın Olut'u sevmemeye karar verdim. Bu yazımı okur mu bilmiyorum ama birçok eleştirecek, kızacak, küsecek haklı sebebim var.
Birincisi kitapta alttan alta bir erkeklik övgüsü sezinleniyor. Gereksiz ayrıntılar bana bunu hissettirdi. İkincisi birincisinin içinde; bol bol sayfalarca gereksiz ayrıntılar var. Üçüncüsü eğer bir sevdiğini yaşatmaya çalışıyorsa insan bir kitapta, bu kitaba çarpık ilişkileri bol bol yazıp ölümü iki satıra sığdırmamalı. Bu benim kişisel, kitaptan ayrı bir görüşüm. Bunu belki kendime de saklamalıydım.
Bu da kitaptan ayrı ve belki de herkesin sayın Ilgın'a yönelttiği soru: Sen ya da siz onca kadınla çarpık ilişkiler yaşadıktan sonra senden daha masum bir insana bu konuyu nasıl dayatıp da ölümüne sebep olursun? "Benim değerlerim var?!" derken nasıl geçmişini unutursun? Kızgınım, çok kızgın.
Ama biliyorum, sevgili Ilgın da üzgün. En büyük cezayı almış zaten... Neva'nın intihar ederken amacı da buydu zaten.
...
Bu kitap aslında günümüz ilişkilerinin temel sorununu anlatıyor bence. Biliyoruz ki Ilgın gibi daha birçokları var. Neva gibi de. Toplumsal bir sorundan bahsediyor aslında farkında olmadan...
...
Son yüz sayfayı hızlı hızlı çevirip göz gezdirerek okudum. İlk kez bir kitaba bunu yaptım çünkü Ilgın Olut'un "sanat insan içindir" anlayışına dayandırdığı aşırı sade, sade demeyelim basit ve basitliğin ağdaladığı dilini okumak istemedim. Bir de bu aşırı basit dili savunuyor olmasına kızdım. Tamam herkesin kendi görüşü ama basitlikte de bir tat olmalı. Basitlik demeyelim, sadelik. Ama bu tat yoktu. Sadece yazmış olmak için yazılmıştı. Ben ilkokuldayken romanlar yazardım yaz tatillerinde. Yani 12 - 13 yaşımdayken... Onların dilini gördüm, bu beni rahatsız etti. Nasıl olur da benim kitaplarım yastık altında dururken bu kitap yayınlanır gibi bir havada değilim. Ancak okuyucuya seygı diye bir şey olmalı.
...
Eğer kalabalık bir ortamda kitap okumanız gerekirse, yani üzerine düşmeden okumanız gereken bir kitap, öneririm. Fakat derseniz ki doyayım, okuduğumu anlayayım... Kesinlikle tavsiye etmem.
...
Ilgın Olut'a kızgınım. Özür dilerim. Çok saymış olabilirim ama umarım herkes derdimi anladı.
İyi dinlenmeler.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Mevlid Kandili Özel Bölüm

Herkese merhabalar.
Evet bu gece Mevlid Kandili. Mevlid mi mevlüd mü? Böyle bir kandil var mı? İbo bu'da her şey va mı?
Her neyse.
Keyifliyim ama bugün her şey benim aleyhimdeydi.
Genel bir halsizlik...
Bu günün sonunda, daha doğrusu sonran bir önceki derste 16 yaşındaki otizmli öğrencimin uğradığım saldırısı... İlk kez korku değil sinir yaşadım. Sinirin yanında üzüntü vardı. İçinden bir şeyi atmak istercesine bağıran öğrencimin sinirine ortak olamamak, derdine derman olamamak mahvetti beni. Üzerine beni bacaklarımdan tutup yere yatırdığında aldığım darbeler... Bu darbelerin benim vücuduma değil de ruhuma indiğini hissetmem, anlamam uzun sürmedi. Şirinlik abidesi bir çocuğun, belki de kiminiz için adamın, o üzüntülü hali... Ardından "uf oldu" diyerek elini uzatması... Gün bu karmaşa ile bitti.
İş çıkışı eve geldiğinde yemek hazır olmalı. Olmalı işte. Bu da benim "assolist" nazım. Tamam mı?
Bir de sevdiceğim uzakta...
Daha ne olsun?
...
Geçelim bu fani işleri...
...


Sandor Marai üzerine bir yazı yazmadan geçemem.
O nasıl bir üslup, çevirisi bile ne kadar güzel, ne kadar mutluluk verici. "Buda'da Bir Boşanma" tesadüfen elime aldığım ama sevgili Sandor ile tanışmamı sağlayan muhteşem bir kitap. Tahmin edilebilir bir sonun ilgiyle okunması kadar tuhaf bir şey yok.
Bir de şu var.
Karakter tahlillerinin tadı damakta kalıyor. Hem psikolojik hem sosyolojik bir tahlil içerisinde avucuna alıyor sizi kitap, daha doğrusu dostum Sandor.
Bir de üzerine yaşadığı dönemde var olan düzenden dolayı yaşadığı sorunlar, göçler sempatimi daha da arttırdı. Bir aydın duruşunun da ötesinde duruşu olan yeni dostum hayatını eşiyle aynı anda sona erdirip dünyadan bu kutsal (fakat inandığım dince uygun olmayan) kararla ayrılmış. Biz sadece aynı anda ölmek için dua ederiz. Kimileriyse duayı bırakıp kendisi yapıyor işini. Hangisi doğrusu siz karar verin, ben yönlendirmek istemem.
Tavsiye listemde, haberiniz olsun.
Bundan böyle Sandor benim dünya ahiret dostumdur, bu böyle biline.

6 Ocak 2013 Pazar

Süper İyi Günleri Özlediğimiz Süper İyi Bir Gün

Geçen perşembe günü ÖYP sonuçları açıklandı, biliyorsun sevgili dostum. Sevdiceğim, dert ortağım, vesairem Muş'u, Tunceli'yi yazmasına rağmen kazanamadı. Bu demek oldu ki hayaller daha zora, daha zora, daha zora düştü. Umutsuzluk en büyük günah, biz de öyle düşünerek umudu yitirmedik. Yeni planlarla yaşamaya bir şekilde devam edeceğiz.
Ben ne mi yapıyorum bu sıra? Perşembe gününden beri makyaj yapmıyordum, bugün ilk kez makyaj yapmışım gibi davrandım, tuhaftı. Özel ders vermeyi düşünmeye başladım. Yuh kızım, onca maaş yetmiyor mu demeyin! İnsan neyle kafa dağıtacağını bilemiyor. Evlilik sürecinin uzamış olması, umut etmeye devam etmek, sevdiğine destek olmak...
Alenen dertleşiyorum. Evet.
Mutsuz değilim, çünkü umudum var.
Bu arada birkaç "arkadaşlık" denemem oldu. Boşa gitti.
Yeni yıla vasat bir kutlama kırıntısı ile en azından sevdiceğimin yanında girdim.
Kitap okumaya başladım. Her teneffüste olmasa bile öğle aralarında artık kahvem ve kitabım hep elimde.
YKY'nin 70 lira değerindeki kitap setlerini 25 liraya satışa sunmuş olması bize iyi geldi. Sandor Marai ile tanışmış oldum. Eşi ile beraber intihar edip bu dünyadan gitmiş olması beni kendine çeken en mühim şey oldu. Bu intiharı planlamak, uygulamak... Tuhaf bir süreç olmalı. Üzerine araştırma yapıp yazacağım kitap hele bir bitsin de...
Cem Yılmaz'ın gösterimsi filmine de gittik. Gül gül öldük. Ne sıradan bir yorum oldu. Film çıkışında tartışmayacak kadar kendi derdimizdeydik. Geriye sadece bir espri kaldı.
X: Alo.
Y: Alo.
X: Uyudun mu?
Y: ?

Filmi izleyince anlarsınız artık. (Cemabi iyi reklam oldu ha!) 
...
Kısa bir not: Henüz umutsuzlukla sınanmamış aşkı yaşayan kişilerin "Ay biz çok olgunlaştık. Biz çok seviyoruz. Gittikçe daha çok seviyoruz. Ay biz şöyleyiz de böyleyiz." muhabbetlerine aldırıp kendinizi sorgulamayın. Sorgulanmayan aşk henüz aşk değildir. Sorgulanmayan sadakat henüz sadakat değildir. Üzgünüm. ...
Sonuç olarak her akşam sizi yolcu eden sevgilinin üşüyerek arkasını dönüp Kıbrıs Caddesi'nde yok olduğunu görmek kadar berbat bir şey yok.