12 Haziran 2010 Cumartesi

İç Döküntüsü

İkinci sınıf da sonunda bitti... Benim gibi düşünen Türkiye'de, dünyada ya da bulunduğum şehirde milyonlarca insan var. Herkesle aynı duyguları paylaşıyor olmak güzel :) Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum...
İkinci sınıfta neler oldu şöyle bir gözden geçireyim dedim... Sizde neler oldu hiç düşündünüz mü?
Hiç beklemediğim bir anda başlamıştı okul... Ardından Kırıkkale'nin köyden bozma ilçesi Sulkayurt'taki hayatıma son verip Ankara'ya ikametimi aldırmıştım. Ankara'nın ne insanı ne de kendisi güzel olan bi' köşesine taşındım... Pişman mıyım? Evet! En azından daha iç açıcı bir mekan bulunabilirdi değil mi?
Sonrasında EBF-HOT çalışmalara başladı... Yarışma ekibindeyim derken bir anda ekip dışında kalmam neye uğradığımı şaşırma sebep olmuştu... Ne günlerdi ama! Yarışma ekibinde olmamamın üzerine ağıtlar yakarken bir anda topluluğun yönetimine getirilmem de soru işaretleri ile dolu bile olsa güzeldi... Yorum yapmıyorum ;)
Sonra Ordu! Üniversiteler Arası Halk Oyunları Yarışması işleri, yarışmaya gidiş, yarışma, dönüş... O esnada yeşeren yeni duygular...
Tabi o arada gümbürtüye giden doğum günü... Yazmak bile gelmiyor içimden...
Ardından hayatımda ile kez bir düğünde sürpriz olmam, ekip arkadaşlarımla gidilen yemekler, eğlenceler...
"Bir daha olmayacak" denenin çalgılı çengili merhabası...
Derken finaller...
Bu kadar az şey mi yaşadım? Hayır... Şu an aklıma gelmeyen o kadar çok şey var ki...
Şimdi ise biten döneme, kapatılma ihtimali olan Efes'ime, şampiyonluğu uzaktan izleyen Galatasaray'ıma, memleketlerine ve yaz okullarına giden arkadaşlarıma, tatile gidemeyecek olmama, bir daha hiç dersime girmeyecek olan öğretmenlerime, yarısını cayır cayır kestirdiğim saçlarıma, geçen ömrüme, özleyeceklerime... Üzülüyorum...
Edindiğim sağlam dostluklara, geleceğe dair umutlarıma, bu yaz hayatımda ilk defa çalışacak olmama, hayatımda ilk kez bir seminerden katılım belgesi almış olmama, yazın gelmiş olmasına, "paçi"nin geliyor olmasına, tatilin başlamış olmasına, zihin engellilerden mezuniyetime iki yıl kalmış olmasına... Seviniyorum...
Ömrümüz çelişkili duygularla geçerken iç döküntüleri bir yerde tortu yapıp kalacak sanki... Bakıp bakıp "tüh" mü desek "oh" mu desek?

4 Haziran 2010 Cuma

Aidiyet

Final zamanı ne yaptın Nihan, diye soracak olanları biliyorum ama yazasım var bugün. Bugün değil; birkaç gündür yazsam, içimi döksem, derdimi anlatsam da birileri duysa mutlu olsa ya da yeni yeni kararlar alsa diye düşünüp duruyordum... Şimdi bu düşünceleri hayata geçirme zamanı geldi.
Siz yaşadınız mı ya da yaşıyor musunuz bilemem ama "aidiyet" denen duygu insanı hiç yaşamadığı kadar garip duygu durumlarına sevk ediyor. Nasıl yapıyor bunu sorguluyorum bulamıyorum.
Ait olmayı illaki bi sevgiliye değil... Bir eve, bir sokağa, bir anneye, bir arkadaşa, bir sınıfa, bir topluluğua ya da bir ağaca, köpeğe... Her şeye! Aklınıza gelebilecek her şeye ait olmak... Mükemmel değil mi?
Benim için ait olmak tam bir güven ve "birlikte mutlu olma" duygularının verdiği bir meyve. Neden mi? Güvenmezsen ona (o her neyse) kendini tam anlamıyla vermezsin, veremezsin. İstesen de, o sevgide güven yoksa aitlik hissi oluşmaz. Oluşturmaya zorlasan dahi bu olamaz. Birlikte mutlu değilsen zaten sevmiyor, hoşlanmıyorsundur. Bu duyguların yokluğu baştan fiyaskodur... Konuşmaya bile değmez.
Güven ve mutluluğun bileşkesi olan aidiyet dünyaya basan ayaklarımızın daha sağlam olmasını da sağlamıyor mu sizce? Biri var, evet... Ona aidim ve ona sahibim... Bir sebep daha var yaşamam için... İşte bu cümlelerle ayaklarımız dünyaya daha güzel, daha sağlam ve en önemlisi daha umutlu basar... Ne güzel değil mi? Ne kadar büyülü...
Neyse... Sınav zamanı yaklaştı, ben de okul yoluna çıkayım yavaştan.
Sonuç olarak ait olmak, birinin varlığına varlığını bağlamak büyülü bir duygu... Yaşayan yaşamayana anlatmasın, yaşanmadan anlaşılmıyor malum... Yaşamayan bir an önce yaşasın, bu duygu yaşanmadan hayatın tadı olmuyor malum...
Mutlu günler herkese...
Umutlu günler.