30 Nisan 2011 Cumartesi

Yüzümde Güneş


Güzel bir bahar sabahına uyanmıştım, aslında dansçı insanların eşlerinden çocuklarından bahsedecektim, nasıl bir yaşam sürdüklerinden ama birkaç kasıntı yazı okudum. Hani şu yeni yetmelerin "sanat" yapma çabalarını buram buram hissettiğimiz... Hani asıl "sanat"ın "içimizde" olduğunu unutanların... Sonra da kendilerine entellektüel diyenlerin. İçim parçalandı ama bugün huzurluyum. Bahar geldi yahu, üşümüyorum.
... 
Bahar benim için güneş açınca, herkes renklere bürününce gelmiyor. Bunu biliyordum. Farklı bir anlamı daha olduğunu şu sıralar fark ediyorum. Bahar dediğin bir sabah uyandığında yüzüne pencereden güneş vurunca gelirdi, evden çıkarken "zehirli sarmaşık" vari bir şarkı söylerken gelirdi, yaşım artınca gelirdi... Ama artık bir şey daha var..."Tiril tiril" dediğimiz türden etekler vardı ya hani, hemcinslerim bilir. Etek üzerinde var mı yok bilmezsin, o kadar rahattır ki ne üşürsün ne yanarsın. Tiril tirillik de görüntüden ileri gelir. Rüzgarda tiril tiril salınmasından...
Böyle etekler giymiş modellerimi, güneş ışığının altında bol bol ölümsüzleştiresim var aslında. Ama yine evde oturup sorumluluk tüketmece zamanı. Sorumluluklar tükenirken ömür de tükeniyor olmasın?! Saçma bir ayrıntı. Zaten bitsin diye yaşamıyor muyuz? Dur yahu, bu da çok karamsar oldu ben gibi ölümden korkan insan için.
... 
Evet şimdi gözlerimizi kapatıyoruz. Odanın penceresinden içeri süzülen bütün güneş ışınlarını seçebiliyorsun, son durak yüzün. Üzerinde tiril tiril bi etek/elbise/pantolon/şort hangisi tercihse, o var. Ve kulağında Roberta var ( http://www.youtube.com/watch?v=ptDyxigOQJU ) . Aylardan nisan. Yüreğinde huzur.
Bi reklam vardı "evdeki huzur zenginlik budur" diyen. Öyle. Ama huzur gözlerde en çok. Çünkü değerliler en çok oradan anlar seni. Nefes alıp verdiğinde burnunda papatya kokusu var ama uzaklarda bir yerlerde. Öyle güçlü ki, ömrüne anlam veren güçlü kavramların gibi o da havana anlam veriyor. Durup düşündün şimdi değil mi hayatındaki güçlü kavramların neler olduğunu?!
Şimdi gözlerini açabilirsin.

20 Nisan 2011 Çarşamba

Deve Kuşu


O inince, otobüste unutulmuş bir valiz gibi kalakaldım. Tek fark gözlerim... Kimsenin bana aldırdığı yok, benim de onlara. Belki de otobüsün en arkasında olduğumdan?!
Otobüse birlikte binmiştik. Yolun sonuna dek birlikte mi olacaktık, bir önemi yoktu. O an, o otobüsün en arkasının bir önünde diz dize oturuyorduk işte.Ya hiç inmeyecekti ya da birlikte inecektik. Ama bir an inilmesi gereken durak geldi, indi.
Yağmurun yağmasını beklediğim her gün şemsiyem yanımda olurdu, yine öyleydi. Çantam, şemsiyem ve ben koltuğa yapışmış bir leke gibi duruyorduk otobüste. Tandoğan, Kurtuluş, Dikimevi, Abidinpaşa derken... Lekeler çıkmadı. Lekeleri çıkarmaya çalıştık mı bilmiyorum. O da bilmiyor, belki.
Nisan geldi geçiyor. Bahar güya, üşüyorum. Umulmadık insanların nefesleriyle ısıtıyorum ellerimi. Görmediğim sokaklara dalıp kurtuluyorum tanıdık rüzgarlardan. Kimsenin duymadığı şarkıları söylüyorum, içimden. Daha çok yürüyorum, eskisinden daha çok. Yollarımın sonu "inilmesi gereken durak"a varacak diye belki... Belki otobüslerde unuttuklarımı bulacağım diye... Fikrim yok. Otobüsün arkasında unutulmuş bir yürekken anlamı olmuyor belki de her şeyin.
Yani... 
Denedikçe olmuyor. İnilmesi gereken duraklara varıyor otobüsler, birileri adımlar atıyor merdivenlerden birileri de unutuluyor en arka koltukta...
Denedikçe olmuyor.

3 Nisan 2011 Pazar

Penceremdeki Dağ



Fotoğrafta görmüş olduğunuz kare; içinde yaşadığım, her gün baktığım, artık içinde kendimi bulduğum ve her şeye olduğu gibi ona da anlam kattığım “pencerem”. Bir televizyon programına başlar gibi bir halim var, bunu kesmeliyim!
Malum, vize dönemi acı dönemi. Vize döneminde de en çok vakit geçirdiğim yer çalışma masam ve çalışma masamın karşısındaki manzara en çok baktığım manzara. Eminim ki hiçbir sevdiğim adama bu kadar çok bakmadım! Bilinen sebep: İnsanların gözlerine bakamıyorum. Neyseki manzaramın gözleri yok, dağları var. Şükretmeli.
Dağlar da nerden çıktı derseniz uzun hikaye ama anlatmaya niyetliyim. Okumaya niyetli olmayanları sağ üst köşedeki çarpı işaretine davet ediyorum.
Son zamanlarda çetin (!) günler yaşıyor falan değilim. Dağlar ordan gelmiyor. Bilinçdışımda neler olup bittiğine hakim değilim, özellikle artık kendimi dinlemeyi bıraktığım andan beri rüyalarıma önem vermiyordum ama iki gün üst üste dağlar, tepeler ve bol bol trafik kazaları görünce dur aman, dedim. Bu işte bir iş var. Sonra bu sıralar rastgele okuduğum şiirlerde, tesadüfen dinlediğim şarkılarda bol bol dağ olduğunu gördüm. Aşılamayan, gidilemeyen dağlar. Sanırım inandığım güç, bana bir mesaj vermeye çalışıyor diyordum ki bugün ders çalışırken kendimi penceremden görünen bu dağa dalmış gitmişken yakaladım. Her şeyin sebebi günlerdir karşımda duran bu dağda olmasındı sakın! (Bu cümle yapısını da hep kullanmak istemişimdir!)
Şaka bir yana evet bunu düşündüm. Günlerdir bu dağın karşısına geçip ders çalışıyorum ve hatta aylardır ben bu dağın karşısında şiirler yazıyorum, şarkılar dinliyorum, yazılar karalıyorum, birilerini düşünüyorum, birilerine ağlıyorum, anılarımı fotoğraflıyorum vesaire. Yapıyorum yani bir şeyler. Yani bu “penceremdeki dağ” son zamanlarda tek dert ortağım olmuş çıkmış da haberim yokmuş benim! Çok büyük haksızlık ettim sana sevgili dağ, çok büyük. Nasıl af dilesem derken işte bak bu yazı sana geliyor!
O dağın üzerinde garip anılarla dolu garip binalar var, biliyorum. Şimdi buraya sıralamanın anlamı yok. Bol bol acılar çekilen yerler var, belki de bi’ çocuk parkı var orda, her gün çocuklar oynuyor… Ben görmüyorum tabi. Akşamları yanıp sönen ışıklarda kimler kimleri hayal ediyor bilmiyorum. Ya da o dağdan bu tarafa kimler bakıp bizim ışıklarımızı görüyor?! Düşününce muhteşem bir şey bu.
Öykü bundan ibaret. Aslında çok da uzun değilmiş. Ya da şimdi bana kısa geldi o dağa beslediğim sevginin yanında.
“Yine” adlı yazımdaki köpeğin ardından sanırım bir meçhul dostum daha oldu. Meçhul ama dizimin dibinde, hep penceremin karşısında. Her sabah beni selamlayan, her gece iyi geceler dileyen… Dost işte, hep var. Bu dağa da bir isim düşünmek gerek sanki. Yoksa sadece “penceremdeki” diye mi kalsa adı? Bilemedim.
Sevgili penceremdeki dağ. Senle az ağlamadım. İyi ki varsın. Sanırım bu ara beni anlayan bir tek sen varsın. 
Yazıya özel şarkı: Mor ve Ötesi - Sor