16 Ocak 2012 Pazartesi

Kırmızı Pencere

Biliyorsunuz, geçtiğimiz hafta sonu Ankara'da muazzam bir kar yağışı vardı. Hep beraber bu karın tadını çıkarttık. Bir yandan da bu zevki yaşayamayan uzaktaki "değerli"lere bu coşkuyu hissettirmek derindeydik ya da gelecek karsız senelere taşıma derdinde... Derdimiz ne olursa olsun bütün Ankara, bütün beşeri yaşam, tanıdığımız, tanımadığımız herkes... Karın altındaydık. Yağmur yağarken, kar gelirken hep bunu düşünürüm. Hiç bilmediğim bir sokakta hiç bilmediğim bir yaya geçidinde, adını hiç bilmediğim bir kız benim gibi yağan bu kara bakıp şu anda belki de hiç bilmediği ben'i düşünüyor derim. Şaşırırım. Bu hafta sonu Ankaralılar olarak muhteşem bir ortak noktamız vardı. Ne güzel değil mi?
Pazar günü yoğun bir gündü benim için. Uygulama için verdiğim terapi, ardından bir tanecik öğrencimle yaptığımız dersimiz ve sonrasında bir saatlik yol... Bütün bunlara rağmen dönüşte dinlediğim o müthiş şarkı (O şarkı yazının şarkısı oldu tabi ki.), Kurtuluş Parkı'nın yanındaki durağa bindiğimden edindiğim onca güzel resim... Kafamı yukarı kaldırdığıma beni kucaklamak için koşa koşa düşen karları görmem...
Hani bir de bir inancımız var ya; her kar tanesini bir melek taşırmış diye. O gün her taraf melek doluydu. Bunu düşündükçe daha da tuhaf oldu içim. Acaba Esra nereye taşıyordu kar tanelerini, benim saçıma da iliştirdi mi acaba bir tane? Kimin ellerinde eridi onun getirdiği kar? Bunları düşündüm yolda o şarkıyla...
Dans ederek yürüdüm yolda. Dinlediğim şarkıyı bağıra çağıra söyledim. Sokaktan geçenler, pencereden bu cümbüşü izleyenler oldukça eğlendi beni gördüğünde. Şaşkınlıkla bakan gözler sanki hiç mutlu insan görmemişti! Ama artık gördüler.
Ankara kar yağdığında güzel, eğer kaymayan çizmeleriniz varsa. Şemsiyenizi kapatıp kafanızı kaldırdığınızda göreceğiniz şeyler sadece milyonlarca kar tanesi değil; bereket, umut, rötarlı uçaklar ve üç huzurlu dost gülüşü melek olmuş olan.
Güzel günler yaşadık vesselam hemşerilerimle. Gençlik Parkı'nı görmek iyi gelebilir. Kurtuluş Parkı zaten görülmeye değer, gördük. Kuğulu Park'ı artık merak etmiyorum. Çok uzaklarda, bize uzaklardan bakan bir kibir abidesi gibi Kurtuluş Parkı dururken. Durmasın da zaten, biz akşam ziyaretlerimizle şenlendirelim orayı. Pazar kahvaltılarına ek hafta içi kahve molalarına oraya gidelim...
Kar varken örtülen üzüntüleri bir daha açmamak için dualar edelim. Üşümenin bir zamanlar farklı anlama geldiği ellerimizi şimdi yepyeni ve en huzurlu anlamıyla doldurup öyle yaşayalım yaşayacaksak.
Enerji Tasarrufu Haftamızın bitişi kutlu olsun. Evet, çarşamba günleri hep güzeldi.

Yazıya özel şarkı yine bir tanecik "Mirkelamımız"dan, Kargo ile: http://fizy.com/#s/1f9xb7

11 Ocak 2012 Çarşamba

Rüyamda seni gördüm.


Rüyalara bakış açımı bilen bilir. Hani bilinçaltının dışavurumu, korkuların açığa çıkması vs.
Dün akşam kardeşimle doğduğumuz günlerden alışkanlık kalan boğuşma etkinliğini gerçekleştirirken kardeş, eski bir korkumu yüzüme vurdu; "Arkanda bir şey var!" dedi. Dönüp arkama bakmadan rahat edememem, korkudan terlemem... Sanırım bir psikanalize ihtiyacım var. Ben bu korkularımın on üç yaşımda bittiğini sanıyordum. (On üç yaş candır.)
Bitmemiş.
Her neyse.
Ben bu korkunun rüyama nasıl yansıyacağını düşünerek uykuya dalmışım. Farkında değilim tabi.
Uyanmadan önce öyle bir rüya gördüm ki düşmanım varsa o da görmesin, istemem. Terk edilmek, bırakıp gidilmek fena bir duygu. Bunu rüyanızda üçüncü kez görüyorsanız kuşku duymaya da başlıyorsunuz haliyle.Bu terk edilme duygusu genel olarak rüyaya hakim olan duyguydu. Sorduğum soru şuydu "Yalnız mıyım?". Rüya boyu bu soruyu sorup cevabını bulamadım. Etrafa bakıyordum bu soruyu sorarak. Etraf maviydi, masmavi. Gri olsa korkardım. Ama maviydi şükürler olsun ki. Mavi aşkın rengidir benim topraklarımda, çok şükür.
Uyandım. Yalnız değildim. Yanımda uyuyan kardeşim, uyandıran annem, evdeki babam, telefondaki dostlar ve değerlim, her yerde. Rüyaymış.
Ama arkamdaki bilinmeyen cisme olan korkumun bu kabusa bu şekilde yansıması, sabah kendime gelene kadar dünyada son insan olduğumu sanmam... Travmatik perşembe!
Sanırım bu rüyada çöken bilgisayarımın da etkisi var ama neyseki verilerimi kurtardım, müjdeler olsun.
En iyisi rüya tabirlerine bakmak.
Sevgili okur, eğer bu satıra kadar gelmişsen; senle bu kadar içsel yazı paylaştığım için mutluyum bunu söylemek istedim. Anlamamış, küçümsemiş, alay etmiş, yüce görmüş, bu yazıya dair bir halt etmiş olabilirsin. Anlarım. Ama bu en içsel yazımda artık bu sayfadaki birkaç kişilik okuyucu kitlemle bir bütün olduğumu hissetmiş bulunmaktayım. (Sevgi kabarması yaşayan yazar burada ağlar (!)) Orada bir yerde bu yazıyı okuyorsun, biliyorum sevgili okuyucu. Hadi kalk Gençlik Parkı'na git sahlep iç. Olduğun yerde bir Gençlik Parkı yoksa gel Ankara'ya sahlep günü yapalım, ayıpsın. Sen bu yazım burasına kadar okuduktan sonra...

Yazıya özel benden alışılmadık bir şarkı: http://fizy.com/#s/1agyql

8 Ocak 2012 Pazar

Fotoğrafsız Yazılar

Her zaman süregelmiş bir konudur bu zengin ve fakir olmak ya da olmamak. Bu konu daha önce hiç bi' Zihin Engelliler Öğretmeni tarafından ele alındı mı bilmiyorum, belki de ilk kez ben yazıyorum.
Aslında bu sayfayı ilerleyen dönemlerde önce bir "evlilik danışmanlığı" sonra da "zihin engelliler öğretmenin anıları" olarak değiştirmeyi düşünüyorum ama bakalım süreç neler gösterecek. Benim yaşadıklarımdan ilham alan bu yazılar daha nelere gebe olacak bakalım.
Konuma geri dönüyorum.
Bu sıra etrafımda artan öğrenci trafiği ile birlikte görüyorum ki para öğrencilerin eğitimi için de her şey demek. Bir öğrencim ailesinin parası olmadığı için fazla ders alamadığından yerinde sayıyor ve hatta geriliyor; bir öğrencim ise parası bol bir ailenin çocuğu olduğundan tonlarca ders alıp bir güzel ilerliyor, bağımsız yaşama doğru ilerliyor. Peki bu çocukların parası olup olmamasını ne belirliyor? Kader demeyin bana!
Devlet "baba"mız adam gibi bir okul açıp ona adam gibi öğretmenleri koyup sonra da bir güzel eğitim verse, herkese, parasız! O zaman bu çocuklar orada burada özel eğitim almak ihtiyacı duymaz ve böyle eşitsizliklerle uğraşmak zorunda kalmazlardı.
Devlet okullarındaki o "tuhaf" sistemi görüp çocuklarını oraya göndermeyen aileleri sonuna kadar anlıyorum. Özel eğitim kurumlarına para saçmaktan yorulan aileleri anlıyorum. Bu adaletsizliği görüp anlamayan ya da görmezden gelen "devlet baba"yı anlamıyorum.
Gönüllü öğretmenler, gönüllü insanlar bu işe ne kadar yeter bilmiyorum. Bildiğim öğrencilerin arasındaki uçurumun giderek büyüdüğü.
Keşke milli piyango bana çıksaydı da her çocuğu içine alacak kocaman bir okul yapsaydım. Belki o zaman daha öğretmen olurdum. (Yedinci sınıfta yazıp "belki o zaman daha insan olurdum" yazıma gönderme yapmadan da duramadım)
Kafanızı şişirdim.
Sokakta deli deyip kaçtığınız çocukların, insanların öğretmeniyim ben. Hani şu yazın iki ay yatan! Şimdi o öğrencilerin acılarını paylaşıyorum sizinle. Benden de korkup kaçacak mısınız?

Yazıya özel şarkı: Yok size şarkı falan! Kızdım ben!