5 Ağustos 2018 Pazar

Yirmi Sekiz Yaşında Bir Kadın Neler Hisseder?

Uzun oldu buralarda yazmayalı. Aslında kişisel durumum için kalemi elime almayalı da çok uzun oldu. "Şiir" dediğimiz karalamalar uzun zamandır yapmıyorum, öykü ya da deneme yazmıyorum, kişisel notlar almıyorum. Varsa yoksa iş, iş, iş.
Yirmi sekiz yaşıma geldim. Toplumun benden beklentileri ile kendi beklentilerim arasında kocaman bir uçurum var. Hayatımda olan herkes, benden başka herkes, bir çocuğum olması konusunda hemfikir. Benim özel hayatım hakkında, hayatımın geriye kalanını derinden etkileyecek bir karar hakkında böylesi rahat yorum yapılabiliyor olması kendimi olduğumdan daha da değersiz hissetmemi sağlıyor. Yirmi sekiz yaşında bir kadın neler hisseder? İlki değersizlik.
Aşık olduğum adam ile evliyim. Onu hâlâ yedi sene önce ne kadar seviyorsam o kadar, belki de daha saygılı ve coşkulu, seviyorum. Bunun bizim toplumumuzda bir şans olduğunu biliyorum. Evlilik hazırlığı ve evlilik döneminde sevdiceğimle birlikte elimizi taşın altına koymamız, bütçemizi birlikte ayarlamamız ve dışarıdan çok büyük yardımlar almamamız öyle ilginç yorumlandı ki benim aklım hâlâ almıyorum. "Üstüne para saydım" evlenmek için kimi insanlara göre. Bu algı o kadar "berbat" ki! Bir kadın, aslında bir insan, evlenirken neden başkalarının vasıtası ile bunu yapmalı ki?! Ben ömrüm boyunca kendim yapayım, kendim edeyimin derdindeyken böylesi sığ görüşlerin hayatımda olması beni öyle zedeliyor ki! Yirmi sekiz yaşında bir kadın neler hisseder? İkincisi incinmişlik.
Yakın bir dostum ile uzun uzun söyleşmeler sonrası bir okul kurduk. İki bin on altı yılından bu yana deliler gibi bu okul için uğraşıyorum, evet. Ömrümün son iki yılı bu okulla, okula dair, okul için geçti ve geçiyor da. Bu süreçte neler yaşadığımı buraya yazsam bence "blogger" kendini imha edebilir. Devlet memurlarının tacizi, öğrenci pazarlayan simsarların tehditleri, prensip karmaşası yaşadığım değerli dostumun kalbinin kırılmasıyla süreçten çekilmesi, kendince bana fazla taviz veren insanların beni zedeleme kaygısıyla attıkları aciz adımlar, bir kadın olarak "patron" olma süreci, ah kitap okuyan bir patron olma süreci! En büyük dert ne biliyor musun sevgili blog? Naifliği eziklik sanıyor herkes, ruhumun en derinlerini açtıklarım dahil! Ama biliyor musun bütün bu olumsuzluklara rağmen üniversitelerde örnek olarak gösterilen bir okulun parçası olmak, çocuklarımızın hayatlarına dokunmak öylesi lezzetli ve huzurlu ki! Tabi hissettiklerimin olumsuzluğu bu olumlu durumu gölgelemeyi bazen başarabiliyor. Yirmi sekiz yaşında bir kadın neler hisseder? Üçüncüsü hayal kırıklığı.
Son dönemde gittiğim seminerler, kardeşimle yaptığımız sohbetler sonrası fark ettim ki sevdiceğim ile tanışana dek hayatıma giren neredeyse bütün "erkekler" tarafından taciz edilmişim. Ne acı değil mi?! İlk okulumdaki servis şoförü, yine ilk okulumdaki öğretmenlerim, bütün dönemlerdeki sınıf arkadaşlarım, bana aşık olduğunu söyleyen adamlar, sadece aynı otobüsü paylaştığım tuhaf yaratıklar, meslek kardeşim dediğim adamlar... Bedenimde ve ruhumda o kadar çok el izi var ki! Bunu fark ettiğim günden beri sevdiceğim ile yaralarıma merhem olma derdindeyiz. Toparlanıyorum. Tacizden, her türlü tacizden korunmayı öğreniyorum. Yaşadıklarımın etkisini fark edip alt etmeye başlıyorum. Beni bir şekilde fiziksel ya da ruhsal taciz eden herkese de buradan helal olsun diyorum! Sizin o aciz akıllarınız ve yürekleriniz olmasa, kendimi ve çocuklarımı bu kadar iyi koruyabiliyor olamazdım! Yirmi sekiz yaşında bir kadın neler hisseder? Dördüncüsü güçlü olma hissi.
Ankara'da yaşıyorum. Olmak istediğim manzaraya uyanıyorum her gün. Seyranbağları'nda, bir ağacın gölgesinde çalışıyorum ve yine her akşam Ankara manzarasına bakarak uyuyorum. Kendi hayatımı kendim kurmuş olmam bana bu dönemde daha da haz veriyor. Kırıkkale'nin Sulakyurt ilçesinde geçmiş olan çocukluğum ve ilk ergenliğim boyunca (bence ilahi bir güç ve bilinç ile) kendimi öyle bir yetiştirmişim ki, bunun tadını çıkarıyorum. Yirmi iki yaşına gelmiş ancak hâlâ kendi hayatının inisiyatifini eline alamamış insanlar görünce, on dört yaşımda ayrı bir şehirde yaşama kararımı onaylayan aileme şükranlar sunuyorum.On dört yaşımda! Şimdi hangi aile buna cesaret edebilir ki?! Yirmi sekiz yaşında bir kadın neler hisseder? Beşincisi minnet, kendime.
Yahu çok aşığım. Öyle bir kalbi var ki! Öyle günler, geceler yaşamış ve öyle pişerek gelmiş ki! Bana öğretecek ve benden öğrenecek öyle çok şeyi var ki! Öyle masum ve öyle temiz ki! Öyle hesapsız ve öyle samimi ki! Nazar değmeyeceğini bilsem (Hâlâ nazara inanıyorum dostlar. Bu konuda fikrim hiç değişmedi.) uzatır da uzatırım. Bu satırları öğüt verici niteliğe geçiriyorsa da şu cümlem; lütfen, lütfen, lütfen aşık olmadan evlenmeyin. Aşık olmadan yapılabilecek bir organizasyon değil bu yaşananlar! Aşık olun, katlanın. Hepsi bu. Yirmi sekiz yaşında bir kadın neler hisseder? Altıncısı aşk.
Ve tabi bu ara en çok kurduğum ve belki de beni bu cümleleri yazmaya iten cümlem "Çok yorgunum.". Hayatın hızı öyle bir geçiyor ki üstümüzden dönüp bakınca pişmanlık duyabiliyoruz. Neyseki hiçbir pişmanlığım yok. Sonuna kadar her duygumu yaşadım. Birinin gitmesi gerekiyorsa gitti, kalması gerekiyorsa kaldı. Kalplerinde boş koltuklar bıraktığım insanlar da oldu, pılımı pırtımı toplayıp bir parça bırakmadıklarım da. Hepsi de iyi ki! Buna rağmen aldığım sorumluluklar ile son dönemde biraz yorulmuş hissediyor olmam çok normal. Kocaman bir okul, kocaman bir evlilik ve kocaman bir hayat yönetiyorum. Bence yorulmalıyım zaten. Yirmi sekiz yaşında bir kadın neler hisseder? Yedincisi yorgunluk.
Fark ettiğim en büyük pürüz ise insanların hayatımdaki cümleleri. Durun aklımda kalanları size yazayım, yazayım ki hayatımın nasıl evrildiğini siz görün! Hayır, sen bir kızsın, böyle düşünemezsin. Senin yazdıklarına şiir denmez. Daha çok fırın ekmek yemen gerek. Bu resim sergisine kimse gelmez, daha mantıklı şeyler yap. Bir kampanya başlatacaksan bir yararı olsun. Kız mısın kadın mı bir karar ver! Roman yazıyorum diye ortalığı ayağa kaldırdın, bunun için miydi? Zihinsel engelliler öğretmenliği çok zor değil mi? Burada çalışacaksan buraya uygun giyineceksin! Evli bir kadın gibi davran! Sen ana değilsin ki bunları nereden biliyorsun? Bir kadın olarak size çok şaşırıyorum! Güzel bir kadın olmak için kilo vermelisin. İnsanların seni ciddiye almasını istiyorsan güzel giyin ve güzel ol. E artık çocuk yapman gerekli, yaşın geçiyor. İnsanların senin için verdikleri tavizlere karşı ne kadar da nankörsün! "That's all." Bu cümlelerle resim yapmayı bıraktım. Şarkı söylemeyi bıraktım. Basketbol oynamayı bıraktım. Roman yazmayı bıraktım. Blog yazmayı bıraktım. Basketbol maçlarına gitmeyi bıraktım. Kendim gibi giyinmeyi bıraktım. Diyetler denedim, denedim, denedim, bıraktım. İnsanlarla iletişim kurarken güvenli hissetmeyi bıraktım. Şimdi görüyorum ki bu cümlelerle, farkında olmadan ömrüme yön vermişim. Şimdi dümeni tekrar kendi istediğim yöne kırıyorum. Misler gibi! Yirmi sekiz yaşında bir kadın neler hisseder? Sekizincisi, inanılmaz bir kendine güven ve yapabilme duygusu, size rağmen!
Bir dostum vardı. Onunla birlikte bir şehir inşa ediyorduk. Aklımda kalan "Haşuhaşuhao Milli Parkı", "Takasım Camii" gibi tuhaf yerlerdi. Şimdi de kendi şehrimi, belki de o şehrin komşusu, inşa etmeye başlıyorum yeniden. Eski günlerdeki gibi kendi ritüelleri olan, kendine has, sıklıkla dingin ve huzurlu bir şehir. Eskiden Ayna şarkıları dinler ve "o"nun kim olacağını bekleyerek yaşardım o şehirde. Şimdi "o" yanımda ve onunla yaşayacağım bu ömrün geriye kalanını, anlaşıldı. Şimdi bu ömrün ne kadar kaldığını bilmediğim bir zamanının tadını çıkarma vakti. Yirmi sekiz yaşında bir kadın neler hisseder? Kocaman bir umut!
Şimdi bu yazıyı hiç okumadan yayınlamalı. Yoksa uzun uzun sansür uygularım kendime, kedi canımı benim!
Bakalım bir daha ne zaman yazacağım.
Öperim.

30 Haziran 2017 Cuma

Üçüncü Basın Açıklamam: Yeni Tesettür Kararım


Merhabalar sevgili kamuoyu, sana açıklama yapmayalı uzun bir zaman olmuştu. Nasılsın?

Beni sorarsan okul açma hazırlıklarımız bitti, ortağımın sağlık durumu daha iyi, artık daha rahat yürüyor ve sağ kolunu hareket ettirebilir (maşallah de lütfen), evliliğimizin ikinci yılına doğru ilerliyorum, "Değerlim" dediğim şimdiki eşim ile ilişkimizin yedinci yılındayız, işsizim, okul henüz açılmadı, işsiz olduğum dönemde birçok seminer-kurs-sempozyum-vs deneyimleme şansım oldu, artık aile danışmanı-nefes terapisti ünvanlarım da var ve bu bana mutluluk veriyor, daha öğretmen oldum, şimdi eşim de işsiz ve "takılıyoruz".

Basın açıklamamın sebebine gelince: Dört sene önce tesettüre girmeye karar verdiğimden bu yana "gerçek islam", "hakikat", "ahlak felsefesi", "varoluş felsefesi", "Allah'ın asıl istedikleri" konusunda hem okuyup kafa yormaya hem de çevremdeki değerli dostlarla konuşmaya devam ederken farklı konular keşfettim. Tesettürü farklı bir şekilde yaşama kararımı anlayamayacağını düşündüğüm insanlara (Ben çok ulvi bir insan olduğum için değil. Bu zamana kadar yapılan felsefe boyunca sorulan soruları ve verilen cevapları bir çırpıda anlatamayacağım için.) "Tesettürü yapamadım. Olmadı." diyorum. Oysaki durum biraz farklı benim için.

Sana bunları söylüyorum ki görünce beni rencide edecek bakışlarını gizle, görüşlerini şimdiden kendi kendine toparla ki benim bu yeni kararıma ve hayatıma tacizde bulunma. Çünkü sevgili kamuoyu biliyoruz ki tesettüre girdiğimde de beni tuhaf şekilde destekleyen bir güruh varken yine tuhaf şekilde topa tutan da bir güruh olmuştu. Bu kez buna hazırlıklıyım ancak ben yine de sana duyurmak ve herkesi "Yeni Nihan"a hazırlamak istedim.

Konuşmak isteyen, neden böyle bir karar aldığımı daha derinlemesine öğrenmek isteyen "samimi" insanlar oldukça konuşmak büyük keyif ancak önyargılar, dindar olmanın maalesef verdiği kibir ile insanları yargılayanlar "yetti gari".

Umarım benim için daha dindar ve daha Allah'a yakın günlerin başlangıcı bugündür. Umarım daha insan olma ve "makbul" olma yolunda attığım bu adım bana aradığım huzuru verir. Bu kararı alıp bavulu toplayıp İzmir'e kaçtık biz. Şimdiden beni rahat bıraktığın için teşekkürler. Sevgiler.

27 Kasım 2016 Pazar

Yeni Sayfalar Aç Aç Bitmiyor


Herkese merhaba. Uzun zaman oldu yazmayalı. Halbuki bir ton kitap tanıtım yazısı yazıp yazıp arşivlemişim paylaşırım diye, olmamış. Unuttum gittim sanılmasın. Bu blog ilk göz ağrım benim, biliyorsunuz.
Geçen Nisan'dan bu yana yazmamışım. İnanılması güç ama artık yirmi altı yaşımdayım ve seneye yirmi yediyi zorlayacağım. Teorik olarak Amy Winehouse'dan uzun yaşamış olacak olmam beni korkutuyor. Bir de üzerine bir yıl üç aydır evli bir "hanımefendi"yim ve kahkaha atmıyorum (!), yersen.
...
Neyse gelelim sebebi dönüşümüze.
(Bu arada bu yazıyı yazarken "Show Must Go On" dinliyorum, siz de öyle yaparak okuyun derim. Açın açın, üşenmeyin.)
...
Hadi başlayalım.
Mesleğe başlayalı artık neredeyse beş yıl oldu. İnanılmaz geliyor. Hadi biz dört diyelim. Bu dört yılın üçünü bildiğiniz gibi Ankara'da, yaşadığım muhite çok yakın bir özel eğitim merkezine verdim. Hem de her dakikasını verimli olmaya çalışarak! (Burada kendimi övmeye çalışmıyorum.) Vebali yüksek bir meslek, etrafınızda bu işi bilerek üniversiteden mezun olan tek kişi olunca sorumluluk da artıyor. Siz olsanız oturur muydunuz? Her neyse. İşte ben bu işimden ayrıldım. Hem de 22 Ekim'de. Ani bir karar olmadı. Bir yıldır düşünüp kendimi hazırladığım bir süreçti.
Yüksek lisansımın uzaması, sevgili Hacettepe yönetiminin biz çalışan öğrencileri umursamaması sorun olunca o da tuz biber oldu ve üç yılımı verdiğim, can-parem öğrencilerimden ayrıldım. Bazen geceleri çocuklarımı özledim diye ağlıyorum, itiraf edebilirim.
O tarihten bu yana işsizdim. Ama işsiz olmak, boş durmak olmuyor tabi. Gıdıklıyor birileri durmadan; şunu yapalım, şu olsun, bak bu da var. Tam beş tane seminere aynı anda devam ediyorum. İnanılmaz olan da sanırım artık kendi okulumu açıyorum.
Dedikodular, ortak olduğum arkadaşımın baskıları, hayata bakışım, geleceğe baktığımda kendimi gördüğüm yer ve en önemlisi gelecekteki çocuklarım buna sebep oldular. (Şarkı bittiyse baştan açın lütfen.)
Ayrıldığım kuruma buradan alenen giydirmek olmaz. Her kurumun kendine has sorunları vardır. Yaşadığım şeyler ne kendi çalıştığım kuruma özgü ne de sadece benim başıma geldi. Etrafımda farklı kurumlarda çalışan dostlarımın yaşadıklarını da gördüm. Sonra? Bu teklifi getiren arkadaşıma dedim "Neden olmasın?" (Ki bu değerli arkadaşım bu süreçte trafik kazası geçirdiği için hastanede ameliyatlar ve aklınıza gelmeyen tuhaf süreçlerle yüzleşmek zorunda kaldı. İnanabiliyor musunuz? Ben hâlâ inanamıyorum. İnandığınız tanrıdan onun için sıhhat ve güzel günler dilerseniz sevinirim. Öperim, sevgiler.)
Sonuç olarak binayı tuttuk, tadilatı bitmek üzere ve yakın zamanda gerekli yerlere başvurumuzu yapıp çıkıyoruz yola. Etik değerlerimi, meslek ahlakımı ve en önemlisi insani duruşumu (Ki bunlar ortağım için de geçerli.) yansıtan butik, şirin, kendi halinde, kâr amacı gütmeyen, yine diyorum kendi halinde bir okul olsun istiyorum. Hayallerim güzel ama hayata geçirmek pek zor. Manevi olarak pek bocalıyorum.
Bu süreçte bu işi bilen ve bilmeyen herkesten öneriler, eleştiriler almak beni derinden mutlu eder. Çünkü ideale yakın, değerli bir iş olsun istiyoruz ve öyle olması için çabalıyoruz.
...
Siz sadede gelince bu dünyaya bir çocuk getirmeye karar verdim sanmış olabilirsiniz. Ancak bu dünyada benim çocuklarımdan önce var olmuş olan ve dezavantajlı çocuklara yardım etmek varken bizimkiler bekleyebilir diye düşünüyorum. O haberleri verdiğim günler de gelir. Rahat olun ve her evli insanın bir çocuğu olması gerektiği klişesinden vazgeçin. Rahatlayın biraz. Her kadın anne, her erkek baba olmak zorunda değil. Ya da tam tersi. Nereden bakarsan. Kim anne kim baba belli olmuyor bazen.
...
Bu arada biricik dostumuz, sevdiceğimin değerli yol arkadaşı Melik Tahir Şaştım denen kişinin "Bu Konuşma Bitmiştir Lahmacun ve Hiçbir Şey Üzerine Diyaloglar" adlı kitabı çıktı. Yok efendim duymadım, ben okumadım diyen olmasın ileride. Ben buraya notumu düşüyorum.
...
Okulla ilgili gelişmeleri ise www.ozelegitimozelegitimci.blogspot.com.tr adresinden takip edebilirsiniz. Bu tuhaf gelişmeler sebebiyle fazlaca ihmal edilmiş, bu blogdan oldukça farklı bir amaç için oluşturulmuş bir blog kendileri. Şimdiden iyi okumalar.
...
Son olarak kış geliyor. Ayağınızı yorganınıza göre uzatın. Her ay en az bir kere tiyatro, bir kere sinema ve bir kere de konsere gidin ki insan olduğunuzu hatırlayın. Opera da fena fikir değil ama operadan başlamak ağır olabilir. Gelecek ay Göksel geliyormuş MEB Şura'ya mesela, gidelim mi ne dersiniz?
Şaka bir yana, ülkenin gidişatı huzuru kaçırırken biraz soyut, biraz sanat iyi gelir. Deneyin. Aşık olun derim. Hem de sizi, en az sizin kadar seven birine. O zaman hayatınızın her anı çiçek bahçesi ya da üzerine yeni kar yağmış çam ağacı gibi oluyor.
...
Şarkıyı da şaka maka üç kez dinlediniz. Yoksa dinlemediniz mi?
...
Daha fazla uzatmayayım. Daha güzel haberlerle görüşmek üzere. Sevgiler.

4 Nisan 2016 Pazartesi

Hermann Hesse-Siddhartha


Son üç kitaptır ve dolayısıyla son üç tatil günüm boyunca yeni bir alışkanlık oluştu hayatımda. Kahvaltının ardından elime aldığım kitap akşama doğru bitiyor. Günüm o kitapla geçiyor. Bir gün erkek yazarların öykülerini okuyup onların yaşamlarına Murathan Mungan sayesinde dahil olurken bir diğer gün İhsan Oktay Anar sayesinde de geçmiş dönem İstanbul'unun arka sokaklarında yaşayabiliyorum hatta başka bir gün 1040'ların Asya'sında bir Samana ile yoldaşlık edebiliyorum. Gün sonunda tekrar Türkiye'ye, 2016'ya, Ankara'ya, evime ve buz gibi olmuş çayıma dönmek travmatik olabiliyor, ama oluyor.
Eskiden yaptığım şey ise sevdiğim bir roman kahramanını kasıtlı olarak birkaç hafta yanımda dolaştırmaktı. Olmadık bir yerde kitabın kapağını açtığımda değerli bir dostla karşılaşmak hoşuma gidiyordu. Sonra bir gün ömrüme bu şekilde çok az kitap sığdırabileceğimi fark ettim. Evet evet, sebebi bu olmalı yeni alışkanlığımın. Huzurlarınızda "kendi kendine psikanaliz" denen şeyi uyguladım, sevgiler.
İşte böyle bir gün (o da bugün yanı 25 Ocak 2016 Pazartesi) tatili fırsat bilip platese uyanamadığım ve kahvaltımı tembel tembel yaptığım bir gün elime Hermann Hesse'nin Siddhartha kitabını aldım. Bu hangimizin kitaplığından evimize geldi bilmiyorum. Sahaf mı pıtırcık sevdiceğim mi vesile oldu bilmiyorum bu keyifli kitabı okumama. Elime geçti ve az önce elimden kurtuldu. Şöyle bir durum var, şimdi ben onun eline geçtim.
Siddhartha (Kelime anlamı "amacına ulaşmış"tır.) kitabımızın ana karakterinin adı. Bir Brahmanın oğlu olan küçük Siddhartha'ya yolculuğunda, babasının yanında sungulara yardımcıllık ederken eşlik etmeye başlıyor; ellili yaşlarında bir ırmak kıyısında ise bu eşliğe bir son veriyoruz-istemeden.
Siddhartha'nın başından geçen olay örgüsünün özellikle birinci bölümdeki muhteşemliğine herkes şahit olmalı. Bütün kitaba yayılan felsefe ve psikanaliz kitabı daha da çekici kılıyor. Bu kitabı yazdığı dönemde insanların durumlarına (Günümüz insanının yozlaşan hali vs.) fazla takılan yazar psikanalitik bir bakışla Jung'un öğrencisinden terapi alıyor. Bu terapilerin etkisi kitapta çok net. Hele ki 1940'lı yıllardaki Doğu'ya, Doğu kültürüne oluşan felsefi ve tamamlanmaya yönelik merak bu kitapla perçinleniyor. O dönemde yaşayan çoğu insana dokunan değerli bir kitapmış meğer, bana şimdi dokundu.
Sonradan değerli internetten öğrendiğim bilgilere göre Siddhartha Guatama milattan önce Hindistan'da yaşamış bir prens ve Hermann Hesse onun hayatını anlatmış bu eseriyle. Siddhartha Guatama sonradan Gotama Buda olarak anılacak ve Buda inancının kurucu olacaktır. Ayrıntılı bilgiyi şu linkten alabilirsiniz dostlar: https://tr.wikipedia.org/wiki/Gotama_Buda ama bu sayfada kitabın minik bir özeti var. Kitabı okumadan bakmayın derim. Ne kadar da düşünceli bir dostum!
Kitabın içinde ezberlenecek cümleler var. Ki bu cümleler olay örgüleriyle aslında şu an var olana yaşam düzenlerimizde nasıl karşılık buluyor çok güzel yansıtılmış. Muhteşem bir eser.
Daha fazla övüp kitapla ilgili ipuçaları vermek istemiyorum. Okuyup; varoluşun, yaşamın asıl erdemlerinin, Tanrı'nın ya da inandığınız diğer olguların temelinin, "iyi" olmanın ve bu konuları temel alan diğer sorgulamaların cevabını bulabileceğinize inandığım kıymetli bir kitap.
(Ben Can Yayınları'nın 2003 yılında basılan 2. baskısını okudum, çevirmeni Kâmuran Şipal idi.)
(İkinci parantez de aşağıdaki şarkı ile ilgili. Bakalım adı Siddhartha olan bu gurubun şarkılarıyla ilgili ne düşüneceksiniz.)

Sevgiler.
Şimdiden iyi okumalar.

1 Şubat 2016 Pazartesi

Cesare Pavese'nin Yaşama Uğraşı


Cesare Pavese, Tezer Özlü aracılığı ile tanıştığım değerli bir yazar, stoacı. "Yalnız Kadınlar Arasında" romanı, ilk okuduğum; "Yaşama Uğraşı"nda, bu kitaptan gururla bahsediyor.
Asıl bahsetmek istediğim Pavese'nin yaşama uğraşı ama saygısızlık olacak diye dokunamıyorum.
...
Kitaptaki son tarihten sadece sekiz gün sonra "eylem"e geçip intihar ettiğini bilmek sayfaları çevirirken korku veriyor. Sanki sayfaları çevirmez isen, değerli bir adamcağız ölmeyecekmiş gibi oluyor. İlk kez bir kitabın sayfalarını çevirirken utandım.
İntihar fikri 28 Mayıs'ta anılıyor. 26 Ağustos'ta ise Cesare diye biri yok!
Kitap boyunca sayfalarda dolaşan ince fikirler, yaşama ve üretme kaygısı, edebi eleştiler öylesine içten ve değerli ki insan Cesare'a inanamıyor. Birçok posterlik cümle, "hayata katmalık" bakış açıları elde ediliyor bu günlükten.
...
Cesare'ın bir anlam bulamayışı-ani bir ün sonrası boşluk-imkansız aşk üçgeninden ölümle çıkması saygıyla karşılanabilir.
Peki sonra?


22 Eylül 2015
Ankara