Merhaba sevgili okuyucum. Bugün seninle Cuma gününden bu yana yaşadığım bir üzüntümü paylaşmak istiyorum. Fakat bu yazımı okurken lütfen dört senelik eğitim aldığımı ve bu eğitim sonucunda bunlara hazırlıklı olmam gerektiğini düşünüp duygularımı görmezden gelme. Lütfen, bu konuda büyük bir empati istiyorum.
Malum, staj okulumun Sincan'da olmasından hep şikayet ettim, sabahları altıda kalkıp yollara düşmek beni perişan ediyordu. Ancak bütün "zorunlu" ve "süreli" olan şeylerde olduğu gibi bu staj da bitti. Ömrümün en uzun ve verimli geçen stajıydı bence. İlk defa bir sınıfta bir dönemden fazla kalmış ve onlarla bir yıl her şeyi paylaşmıştım.
Birinci sınıftı, hepsi yedi yaşındaydı ya da sekiz ya da altı... Boyu yarım metreyi geçmeyen, kilosu benden fazla olan, durmadan kına gecesi yapmak isteyen, kirpikleri güzel, "Tipin ne güzel!" diyerek gezen, gözleri kocaman olan ve durmadan gülen... Hepsinden sayabileceğim özellikler bunlar. Şimdi hepsini öyle özlüyorum ki.
Duygusal bir bağ kurmuş olmam acizliğimden ya da çok duygusallığımdan değil. Onlara emek vermiş olmam ve gelişimlerini, büyümelerini gözlerimle bir sene içinde fark etmem müthiş bir duyguydu. Elimizde büyüdüler resmen. Hele bireysel eğitim verdiğim öğrencinin artık daha fazla gözlerime bakıyor olması, sıra alırken beni beklemesi, al ya da ver dediğimde bu komutları yerine getirmesi ve beni taklit etmeye başlamış olması muhteşem deneyimlerdi benim için. Bir şeyler yapmıştım ben o "çocuklar" için. Benim çocuklarımdı onlar. Emeklerim vardı üstlerinde.
Sonra bir gün staj bitti.
Vedalaşma... Kocaman gözleri olan totişin, bana sarılıp iki yana sallanırken "Yavyuuum yavyuuum" demesi bir yandan çok eğlenceli bir yandan da unutulmaz bir andı benim için. Gözlerim dolu dolu, belki de bir daha hiç göremeyeceğim bir sınıf, görsem bile böyle olmayacaklarından emin olduğum bir sınıf... Ben o kadar üzgünken öğrencilerin bundan bihaber olması (İşte burada empati kurun ne olur.) beni derinden üzdü. Tamam, buna hazırlıklıydım, biliyordum, kapıdan çıktığım an yok olacaktım zaten ama insan bekliyor işte... Beklememeli fakat bekliyor.
Şimdi tek duam şu: Umarım bu samimi duygularımı yirmi sene sonra da bir sınıftan ayrılırken yaşayabiliyor olurum. Bu amatör duygularımın bittiği an katı, ketum ve duyguları olmayan bir öğretmene dönüşmüşüm demektir. Bunu kesinlikle istemiyorum. Allah'ımdan son günlerdeki en büyük isteğim bu.
Zihin engelliler öğretmeni olmak sahiden müthiş bir şey. Başarısız olduğunu düşündüğün an bir de bakıyorsun ki aslında dağları devirmişsin...
Bu yazı dünyadaki bütün zihin engelliler öğretmenlerine ve daha doğrusu bu işi hakkıyla yerine getiren onurlu eğitim emekçilerine armağan olsun.
Hadi o zaman, amatör duygularımıza/ ruhumuza sarılıp "Yavyuuum yavyuum" diyerek hiç vedalaşmayalım.
Not: Öğretmenini unutan bütün öğrencilere selam olsun.