Anılara, yazdığınız yazıların başlığına nokta koymaya başladığınızda, dokunmaya başlarsınız.
Bunun yaşı ise değişir, anıların karakterinizde bıraktığı ize göre.
Hayatınızdan yüzlerce insan gelir geçerken neden sadece birkaçının iz bırakarak gittiğini de anlamanız aynı yaşlara denk gelir.
Bu tuhaf değil.
Büyüdüm, daha fazlası yok, en yaşlı benim; dediğinizde ertesi gün yeniden doğduğunuzu anladığınız gün başlarsınız anılara dokunmaya.
"Eskiden" bir araya getirebildiğiniz kelimelere hükmedemediğinizi gördüğünüzde, bir karalama yapacakken aklınıza milyonlarca fikrin aynı anda denk gelmesi bu zamanlarla aynıdır.
Bu da tuhaf değil.
Bir gün çıkıp, aniden, anılara "sahiden" dokunmaya gittiğinizde önce sizi masal gibi bir meydan karşılar.
Bu meydanda adım başı anı düştüğü gibi saniye başı da bir anı düşer.
Kimse bilmez, kimse duymaz.
Bu da tuhaf değil.
Meydandan giden yolu takip ettiğinizde bir beton yığının ne kadar hayatınıza işleyebileceğini fark edersiniz. Şaşırırsınız.
Bilirsiniz, tuhaf değil.
Sonra, artık hayatının en güzel döneminde olan bembeyaz eller sarar anıları. O ellerin yanında bilirsin ki anılara dokunuyorsun. O ellerle kaç gece beraber ağlamış ve kaç gün beraber salata karıştırmışsındır. Artık her salata odur.
Ve tabi bu da tuhaf değil.
Senelik ellerin arasından ayrılıp bütün hakikati çözmüş ve artık kadim dost olmuşlara gidersin. Üç mezar taşı karşılar seni. İlk kez bir mezarı görünce mutlu olursun, huzur duyarsın. Mezarların güzelliğini anlata anlata bitiremezsin. (Neden kabir değil mezar dediğimi önceki yazılarımdan bilen bilir.) Anlatırsın, anlatırsın, anlatırsın. Mezardır sonuçta, hüzündür herkese göre. Ama sana göre öyle değildir. O mezarlar bir aşkın ve yepyeni bir sevginin sonsuza dek yaşamaya attıkları adımın ilk izidir. Sonraki izi gördüğünde burada olamayacağını hayal edersin. İçin huzurla dolar. Güzel yürekli insanlar erken gider.
Bu tuhaf, hiç değil.
Allah aramızda kirlenmelerine izin vermez öyle değerlilerin.
O üç güzel mezarın yanından ayrıldığında artık anılar her yerine bulaşmıştır.
Gözlerine, ellerine, dudaklarına, ayaklarına...
Çıkarmak istemezsin. Günlerce, aylarca, ölene dek o anılarla yaşamak ve kaybolmak istersin bilincinin içinde. Ancak insanlar buna izin vermez. Hepsi bunu ister ama birbirlerine izin vermezler. Koştururlar anıları üzerlerinden dökerek. Hiç sevdikleri ölmemiş, hiç sevdikleri gitmemiş, hiç sevmemiş ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar anılarını dökerek. O, değerli anıları.
Bunu fark ettiğinde anılara dokunmuşsun demektir.
Bu tuhaf.