Son üç kitaptır ve dolayısıyla son üç tatil günüm boyunca yeni bir alışkanlık oluştu hayatımda. Kahvaltının ardından elime aldığım kitap akşama doğru bitiyor. Günüm o kitapla geçiyor. Bir gün erkek yazarların öykülerini okuyup onların yaşamlarına Murathan Mungan sayesinde dahil olurken bir diğer gün İhsan Oktay Anar sayesinde de geçmiş dönem İstanbul'unun arka sokaklarında yaşayabiliyorum hatta başka bir gün 1040'ların Asya'sında bir Samana ile yoldaşlık edebiliyorum. Gün sonunda tekrar Türkiye'ye, 2016'ya, Ankara'ya, evime ve buz gibi olmuş çayıma dönmek travmatik olabiliyor, ama oluyor.
Eskiden yaptığım şey ise sevdiğim bir roman kahramanını kasıtlı olarak birkaç hafta yanımda dolaştırmaktı. Olmadık bir yerde kitabın kapağını açtığımda değerli bir dostla karşılaşmak hoşuma gidiyordu. Sonra bir gün ömrüme bu şekilde çok az kitap sığdırabileceğimi fark ettim. Evet evet, sebebi bu olmalı yeni alışkanlığımın. Huzurlarınızda "kendi kendine psikanaliz" denen şeyi uyguladım, sevgiler.
İşte böyle bir gün (o da bugün yanı 25 Ocak 2016 Pazartesi) tatili fırsat bilip platese uyanamadığım ve kahvaltımı tembel tembel yaptığım bir gün elime Hermann Hesse'nin Siddhartha kitabını aldım. Bu hangimizin kitaplığından evimize geldi bilmiyorum. Sahaf mı pıtırcık sevdiceğim mi vesile oldu bilmiyorum bu keyifli kitabı okumama. Elime geçti ve az önce elimden kurtuldu. Şöyle bir durum var, şimdi ben onun eline geçtim.
Siddhartha (Kelime anlamı "amacına ulaşmış"tır.) kitabımızın ana karakterinin adı. Bir Brahmanın oğlu olan küçük Siddhartha'ya yolculuğunda, babasının yanında sungulara yardımcıllık ederken eşlik etmeye başlıyor; ellili yaşlarında bir ırmak kıyısında ise bu eşliğe bir son veriyoruz-istemeden.
Siddhartha'nın başından geçen olay örgüsünün özellikle birinci bölümdeki muhteşemliğine herkes şahit olmalı. Bütün kitaba yayılan felsefe ve psikanaliz kitabı daha da çekici kılıyor. Bu kitabı yazdığı dönemde insanların durumlarına (Günümüz insanının yozlaşan hali vs.) fazla takılan yazar psikanalitik bir bakışla Jung'un öğrencisinden terapi alıyor. Bu terapilerin etkisi kitapta çok net. Hele ki 1940'lı yıllardaki Doğu'ya, Doğu kültürüne oluşan felsefi ve tamamlanmaya yönelik merak bu kitapla perçinleniyor. O dönemde yaşayan çoğu insana dokunan değerli bir kitapmış meğer, bana şimdi dokundu.
Sonradan değerli internetten öğrendiğim bilgilere göre Siddhartha Guatama milattan önce Hindistan'da yaşamış bir prens ve Hermann Hesse onun hayatını anlatmış bu eseriyle. Siddhartha Guatama sonradan Gotama Buda olarak anılacak ve Buda inancının kurucu olacaktır. Ayrıntılı bilgiyi şu linkten alabilirsiniz dostlar: https://tr.wikipedia.org/wiki/Gotama_Buda ama bu sayfada kitabın minik bir özeti var. Kitabı okumadan bakmayın derim. Ne kadar da düşünceli bir dostum!
Kitabın içinde ezberlenecek cümleler var. Ki bu cümleler olay örgüleriyle aslında şu an var olana yaşam düzenlerimizde nasıl karşılık buluyor çok güzel yansıtılmış. Muhteşem bir eser.
Daha fazla övüp kitapla ilgili ipuçaları vermek istemiyorum. Okuyup; varoluşun, yaşamın asıl erdemlerinin, Tanrı'nın ya da inandığınız diğer olguların temelinin, "iyi" olmanın ve bu konuları temel alan diğer sorgulamaların cevabını bulabileceğinize inandığım kıymetli bir kitap.
(Ben Can Yayınları'nın 2003 yılında basılan 2. baskısını okudum, çevirmeni Kâmuran Şipal idi.)
(İkinci parantez de aşağıdaki şarkı ile ilgili. Bakalım adı Siddhartha olan bu gurubun şarkılarıyla ilgili ne düşüneceksiniz.)
Sevgiler.
Şimdiden iyi okumalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder