Herkese merhaba. Uzun zaman oldu yazmayalı. Halbuki bir ton kitap tanıtım yazısı yazıp yazıp arşivlemişim paylaşırım diye, olmamış. Unuttum gittim sanılmasın. Bu blog ilk göz ağrım benim, biliyorsunuz.
Geçen Nisan'dan bu yana yazmamışım. İnanılması güç ama artık yirmi altı yaşımdayım ve seneye yirmi yediyi zorlayacağım. Teorik olarak Amy Winehouse'dan uzun yaşamış olacak olmam beni korkutuyor. Bir de üzerine bir yıl üç aydır evli bir "hanımefendi"yim ve kahkaha atmıyorum (!), yersen.
...
Neyse gelelim sebebi dönüşümüze.
(Bu arada bu yazıyı yazarken "Show Must Go On" dinliyorum, siz de öyle yaparak okuyun derim. Açın açın, üşenmeyin.)
...
Hadi başlayalım.
Mesleğe başlayalı artık neredeyse beş yıl oldu. İnanılmaz geliyor. Hadi biz dört diyelim. Bu dört yılın üçünü bildiğiniz gibi Ankara'da, yaşadığım muhite çok yakın bir özel eğitim merkezine verdim. Hem de her dakikasını verimli olmaya çalışarak! (Burada kendimi övmeye çalışmıyorum.) Vebali yüksek bir meslek, etrafınızda bu işi bilerek üniversiteden mezun olan tek kişi olunca sorumluluk da artıyor. Siz olsanız oturur muydunuz? Her neyse. İşte ben bu işimden ayrıldım. Hem de 22 Ekim'de. Ani bir karar olmadı. Bir yıldır düşünüp kendimi hazırladığım bir süreçti.
Yüksek lisansımın uzaması, sevgili Hacettepe yönetiminin biz çalışan öğrencileri umursamaması sorun olunca o da tuz biber oldu ve üç yılımı verdiğim, can-parem öğrencilerimden ayrıldım. Bazen geceleri çocuklarımı özledim diye ağlıyorum, itiraf edebilirim.
O tarihten bu yana işsizdim. Ama işsiz olmak, boş durmak olmuyor tabi. Gıdıklıyor birileri durmadan; şunu yapalım, şu olsun, bak bu da var. Tam beş tane seminere aynı anda devam ediyorum. İnanılmaz olan da sanırım artık kendi okulumu açıyorum.
Dedikodular, ortak olduğum arkadaşımın baskıları, hayata bakışım, geleceğe baktığımda kendimi gördüğüm yer ve en önemlisi gelecekteki çocuklarım buna sebep oldular. (Şarkı bittiyse baştan açın lütfen.)
Ayrıldığım kuruma buradan alenen giydirmek olmaz. Her kurumun kendine has sorunları vardır. Yaşadığım şeyler ne kendi çalıştığım kuruma özgü ne de sadece benim başıma geldi. Etrafımda farklı kurumlarda çalışan dostlarımın yaşadıklarını da gördüm. Sonra? Bu teklifi getiren arkadaşıma dedim "Neden olmasın?" (Ki bu değerli arkadaşım bu süreçte trafik kazası geçirdiği için hastanede ameliyatlar ve aklınıza gelmeyen tuhaf süreçlerle yüzleşmek zorunda kaldı. İnanabiliyor musunuz? Ben hâlâ inanamıyorum. İnandığınız tanrıdan onun için sıhhat ve güzel günler dilerseniz sevinirim. Öperim, sevgiler.)
Sonuç olarak binayı tuttuk, tadilatı bitmek üzere ve yakın zamanda gerekli yerlere başvurumuzu yapıp çıkıyoruz yola. Etik değerlerimi, meslek ahlakımı ve en önemlisi insani duruşumu (Ki bunlar ortağım için de geçerli.) yansıtan butik, şirin, kendi halinde, kâr amacı gütmeyen, yine diyorum kendi halinde bir okul olsun istiyorum. Hayallerim güzel ama hayata geçirmek pek zor. Manevi olarak pek bocalıyorum.
Bu süreçte bu işi bilen ve bilmeyen herkesten öneriler, eleştiriler almak beni derinden mutlu eder. Çünkü ideale yakın, değerli bir iş olsun istiyoruz ve öyle olması için çabalıyoruz.
...
Siz sadede gelince bu dünyaya bir çocuk getirmeye karar verdim sanmış olabilirsiniz. Ancak bu dünyada benim çocuklarımdan önce var olmuş olan ve dezavantajlı çocuklara yardım etmek varken bizimkiler bekleyebilir diye düşünüyorum. O haberleri verdiğim günler de gelir. Rahat olun ve her evli insanın bir çocuğu olması gerektiği klişesinden vazgeçin. Rahatlayın biraz. Her kadın anne, her erkek baba olmak zorunda değil. Ya da tam tersi. Nereden bakarsan. Kim anne kim baba belli olmuyor bazen.
...
Bu arada biricik dostumuz, sevdiceğimin değerli yol arkadaşı Melik Tahir Şaştım denen kişinin "Bu Konuşma Bitmiştir Lahmacun ve Hiçbir Şey Üzerine Diyaloglar" adlı kitabı çıktı. Yok efendim duymadım, ben okumadım diyen olmasın ileride. Ben buraya notumu düşüyorum.
...
Okulla ilgili gelişmeleri ise www.ozelegitimozelegitimci.blogspot.com.tr adresinden takip edebilirsiniz. Bu tuhaf gelişmeler sebebiyle fazlaca ihmal edilmiş, bu blogdan oldukça farklı bir amaç için oluşturulmuş bir blog kendileri. Şimdiden iyi okumalar.
...
Son olarak kış geliyor. Ayağınızı yorganınıza göre uzatın. Her ay en az bir kere tiyatro, bir kere sinema ve bir kere de konsere gidin ki insan olduğunuzu hatırlayın. Opera da fena fikir değil ama operadan başlamak ağır olabilir. Gelecek ay Göksel geliyormuş MEB Şura'ya mesela, gidelim mi ne dersiniz?
Şaka bir yana, ülkenin gidişatı huzuru kaçırırken biraz soyut, biraz sanat iyi gelir. Deneyin. Aşık olun derim. Hem de sizi, en az sizin kadar seven birine. O zaman hayatınızın her anı çiçek bahçesi ya da üzerine yeni kar yağmış çam ağacı gibi oluyor.
...
Şarkıyı da şaka maka üç kez dinlediniz. Yoksa dinlemediniz mi?
...
Daha fazla uzatmayayım. Daha güzel haberlerle görüşmek üzere. Sevgiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder