27 Şubat 2010 Cumartesi

Varlık

Dua ederek yüreğindeki yok'u var edebilir miyim?
Olmasını istediğim o olmayan
Ellerimi yaratıcıma açınca olur mu?
Çaresi yoktur yok olanın
Var olan vardır, umuttur varlığı
Yemyeşil bir tomurcuktur bir ömür sonra kıpkırmızı gül
Vardır o, yaşanandır, hissedilendir
Elle tutulmasa da
Gözünle kavrayabilirsin omzundan
Bilirsin o vardır
ama hâlâ bilmiyorum
Dua ederek yüreğindeki yok'u
Var edebilir miyim?
İmanımın, kalbimin gücü yeter mi bu ızdıraba?

20 Şubat 2010 Cumartesi

Türk Telekom - Beşiktaş CT maçı...

Geç olsun güç olmasın... Maçın üzerinden günler geçti ama çok yazasım var!! Çok çok!
Maça halk oyunları çalışmamı ekip gittim... Gitmez olaydım da dedim iyi ki gittim de dedim. Çelişkilerle dolu saçmasapan bir maçtı. Hem Ankara gibi bir şehirin takımının maçını izlemeye gittiğime utandım hem sevindim. Hem basketbol seyircisini alkışladım hem yuhladım! Bir çok çelişki ve gariplik bir aradaydı o gün.
Maç başlamadan bir saat önce salonun kapısında olduk, kapılar ancak o zaman açılır diye ama nerede!! Kapılar maça yarım saat kala açıldı. Onca insan salona maç başladıktan sonra girmek zorunda kaldı. Bunda kim suçlu varın siz görün!
Sıraya girmiş salona girmeyi beklerken Telekom Güçlüler göründü ufukta. Sıranın önüne geçip periyodik olarak sırayı bölüp içeri girmeye başladılar. Evet, onlar belirli bir yaşa gelmiş insanlar! Bu ilk yaptıkları yanlıştı. Sayalım birlikte...
Bu adaletsizlik karşısında çağdaş Ankara halkı tabi ki sinirlenecekti, sinirlendi de. Sıraya girmiş insanlardan bağırış çağırışlar duyuldu. E tabi az önce bahsettiğim "belli bir yaşa gelmiş insanlar"dan bir kaçı protesto eden insanların üzerine yürüdü. Yine onlardan biri araya girince bu gerginlik kısa süreli de olsa yaşanmış oldu. Hata oldu iki!
Neyse sonunda salona girdik!
Salon, atmosfer, basketbolcular... Her şey muhteşemdi! İki takım da kendinden emin ve rahattı! Gelin görün ki karşılıklı geçmiş olan taraftarlar hiç de bu kelimelere uymayan bir haldeydiler.
Telekom Güçlüler yine kendilerine ayrılan o belalı yere oturmuşlar, ilk dakikadan karşı taraftarı Çarşı'ya küfür yağdırmaya başlamışlardı. Daha maç başlamadan küfürün başlaması diğer "masum" izleyicilere "Ne oluyoruz?!" dedirttirdi. Bu da sanırım üçüncü hata oluyor...
İlk yarı Beşiktaş'ın ezici üstünlüğü ile biterken Telekom bu üstünlüğe cevap veremiyordu. Telekom Güçlüler ile Çarşı'nın atışması bir yarı boyunca sürmüş ortam iyice gerilmiş. En son şunu hatırlıyorum: Telekom Güçlüler'den biri Çarşı'ya dönmüş "Arada kaçmayın oğlum! Sizin..." devamını yazmıyorum. Devre arasını anlatan düdük çaldı ve basketbolcular salondan ayrıldı. Aynı anda tribünlerde bir hareketlenme! Sizce ne oluyor olabilir?!
Telekom Güçlüler öyle büyük bir hırs ve nefretle bulundukları yerden ayrılıp karşı tarafa koştular ki kameralar yakaldı mı bilmiyorum! Çarşı'nın bulunduğu tribüne vardıklarında ise en iğrenç sahneler yaşanmaya başladı! Karınca yuvasına küçükken hiç su döktünüz mü? Karıncalar havaya kalkarlar ve istem dışı hareket ederler... Değil mi?! Çarşı tribününde bulunan insanlar adeta tsunami etkisi ile oradan oraya savrulmaya başladılar. ok garip bir andı! Beş dakikanın ardından bütün tribün Telekom Güçlüler'in elindeydi. Muharebenin ilk kısmı bitmişti. Tüyler ürpertici görüntülere... Hata dört!
Daha sonrakileri anlatmama gerek yok! Oyun alanına dalan gözü dönmüş caniler... Güvenlik görevlilerinin copunu alıp Beşiktaş taraftarına saldıran insan dışı yaratıklar... Bir insanı yere yatırıp tekmeleyen garip ve tanımsız cisimler!! Anlatımı zor...
Olaylar durdu derken salona çıkan Türk Telekom bu olayları çıkaran taraftarın onları çağırması üzerine gidip onlara selam veriyor... Tutku Açık, gidip özel olarak biriyle konuşuyor bile. Burada hata kimde?!
Çevik kuvvet sonunda gözü dönmüş taraftarı da çıkardı salondan... Yarım saattir salona çıkamayan Beşiktaşlı basketbolcular da göründü sonunda...
Telekom bir gaz ile oyuna başladı ama devamı gelmedi... Yenen taraf Beşiktaş oldu.
Ancak Telekom iki kez yenildi!
1-Eline bilet verip maçlara taraftar diye getirdiğin kişilere dikkat etmeli!
2-Takım bu tür organizasyonlara bence alet edilmemeli!
3-Bedava bilet muhabbeti iyi, güzel, hoş ancak doğru kullanılmalı!
4-Orada burada bedava bilet saten garip tipler olmasındansa hiç bedava bilet olmasın bence daha iyi! Çünkü bedava bilet bence istenilen sonucu doğurmuyor, bu maçta gördük.
5-Ankara'nın bir tane basketbol takımı var Beko Basketbol Liginde... Ona da sahip çıkmalıyız! Böyle basit hatalarla takımı ve namını lekelemek hiç doğru değil.
6-Beşinci maddeyi unutmamalıyız!!
İçim çok doluymuş... Birçok şink bulmuştum sizin için. Yazılanları çizilenleri görün, fotorafları inceleyin diye ama... Gerek yok! En ayrıntılı şekli ile anlattım.
Maça gelip, her iki takımı da alkışlama erdemini gösteren, kavgaya rağmen çıkıp gitmeyen güzel basketbol severler. İyi ki varsınız. Bu ülkenin basketbol kültürünü siz adam edeceksiniz! Futbol holiganlarının basketbolumuza müdahale etmesine siz dur diyeceksiniz. Güveniyorum...

5 Şubat 2010 Cuma

Biliyor Olmak


Gece uyku tutmadı! Elimden şu yazı çıktı:

Ne zaman tam anlamıyla bir sanatçı, bir şair ya da bir yazar olacağımı henüz anladım. Daha adam gibi bir gecemi, yapayalnız bir halde, herhangi bir otel odasında geçirmedim ki ben! Rutubeti yalnızlığımla pişirip uyku öncesi şurubu diye içmeden evvel nasıl bir şair olurum ben! Nasıl oldum derim?!
Birkaç amatör denemem olmuştu… Hadi hatırlayayım…

Liseden öncesi yok bende zaten. O zamanlardan önce yalnız başıma bir otelde kaldığımı düşünmüyorum.
İlk aklıma gelen; lise birdeki Samsun gezisi oldu. Dört yıldızlı bir otelin balayı süitinde (Bu kelimenin Türkçesi neyse?!) sınıf arkadaşımla uyumuştuk. Fakir olduğumu, daha doğrusu birilerinin daha şanslı olduğunu o zaman anlamıştım. Dört yıldızlı böyleyse yedi yıldızlısı nasıldır acaba diye düşünüp tansiyonumu fırlatmıştım. Tuvalet masasının üzerinde duran “Müşteri Değerlendirme Formu”na şunları yazmıştım: Benim annem de babam da memur ancak ben böyle güzel yerlere gelmek istiyorum. Biraz fiyatları düşürseniz! Buralara gelmek için zengin mi olmak gerekli?” O zamanlar on beş yaşımdaydım ve hayatı bilmiyordum…
Sivas gezisi… Öğretmen Evi! Arka pencereden görünen o muhteşem manzara ve tasviri zor bir oda… Ayrıntıları yok bile!
Lise son sınıfta gidilen son gezi; Türkiye Turu! Dur bakalım, nerelerde kalmıştık? Adana Seyhan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Anadolu Öğretmen Lisesi ve Kilis Anadolu Öğretmen Lisesi pansiyonları. Unuttuğum okullara ayıp oldu… Adana demişken! Bir gün o kente gidip bir otelde kalmalı, manzarası olmalı o otelin. Yoksa kalınmamalı! Huzurlu bir kent Adana… Otelleri nasıl bilmem!
Üniversitenin ilk senesi ve üç yarışma… Halk Oyunları Yarışması Bölge Finali, tabi üniversiteler arası; Halk Oyunları Yarışması Türkiye Finali ve son olarak 41. Zakopane Festivali çerçevesinde gerçekleşen halk oyunları yarışması…
İlk yarışmada bir gece kalınan üç yıldızlı otel! Ara sokaklara sıkışmış, körfez manzarasını unutmuş bir otel.İkincisinde ise Sapanca Gölü manzaralı bir misafirhane… O manzaraya bakarak insan aşık olabilir hiç düşünmenden.
Polonya’daki otel… Bir villayı ancak bu kadar aile sıcaklığı ile doldurup otel yapabilir bir insan. Koca koca dağların manzarayı oluşturduğu bir kış kenti; Zakopane. Huzur oradaydı…
Anlaşılan hiç yapayalnız, ıssız bir otel efkarım yok! O zaman adam değilim!
Sigara ya da içki içiyor olsaydım bir otele giderdim Abana, Adana, İzmir, İstanbul ya da Ankara’da. Pencerenin karşısındaki masaya soframı kurar sabaha dek kalbimin sahibini düşünür, içer, ağlar, şiir yazar, korkar, huzur duyar, şair olurdum.
Odada kimse olmazdı.
Şimdi canım Amasya Öğretmen Evi’nin balkonunda olmak istedi. Eğer herkes hatta bütün şehir uyumuşsa ve yalnız ben, ırmak ve Harşena uyumamışsa zamanıdır şair olmanın. Ağla sabaha dek!


5 Şubat 10 – 02.27 Ankara