31 Ağustos 2010 Salı

Of-dey :) (off-day)

2010 Dünya Basketbol Şampiyonası sonunda başladı. Yer gök inliyor mu? Herkes bu şampiyonayla ilgileniyor mu? Kimlerin umrunda? Şampiyon kim olacak?.. ve daha onlarca soru işareti var beynimde. Eleştriler, saçmasapan cümleler, güzellikleri fiyaskolar, alkışlar derken devam ediyor bir şekilde Türkiye'de bu güzel etkinlik. Bu konuda tek edeceğim söz: Bir şeyi baltalayarak yerle bir edebilirsin ama onu toplaman dakikalarını alır. Zor olanı başaramayacaksan kolay olana da yeltenme... Bu sözüm herkese...
Arkadaşlar biliyorlar, günlerce hatta aylarca beklemiştim kombine biletlerimi. Ve şampiyonadan birkaç gün önce geldi canım biletlerim. İyi ki geldi. Nereden maçı izlediğimi duysanız intihar edersiniz. Basın görevlilerinin ardında oturduğu pota tarafındayım, en arkada ve en yukarda. Tamam oyun sahasını görebiliyorum ama ne tavandaki dev ekranı ne de puanların göründüğü panoları görebiliyorum. Ayrıca o kadar karanlı bir yerdeyim ki bi gün orada kaybolup gitmekten korkuyorum. Bu korkularımı burada yazıyorum ki beni nerede arayacağınızı bilin...
Yine de 2010 Dünya Basketbol Şampiyonasında Türkiye'yi grup maçlarında yalnız bırakmayan şanslı birkaç bin insandan biri olmak güzel bir duygu... O atmosferde olmak gibisi yok...
İlk iki günün ardından bi "off-day" olunca hadi dedim yazayım ilk iki güne dair bir şeyler. Aklımda çok şey vardı anlatacak, umarım hiçbirini unutmamışdır. Maç esnasında not almak aklıma gelmişti ama nerede o unutkan olmayan kafa! Hatırladığım kadarıyla maçlardan gözüme çarpanları aktarayım bakalım. Bu şampiyona da blogumda böylece ölümsüzleşsin..
İlk gün ilk maçlar açıkcası diğer takımlara dair, açılış için biraz moralimi bozdu. Tabi 12 Dev Adam'a olan güvenimi biraz olsun arttırdı. Biraz diyorum çünkü 12 Dev Adam için mühim bir rakip değildi Fil Dişi Sahili... Rusyanın Porto Riko'yu yendi ve iyi etti. Yunanistan'ın Çin'i zorlanarak yenmesi ise fiyaskolardan ilkiydi. Porto Riko'nun milli marşının çalınmaması da ikinci fiyasko. Neyseki 12 Dev Adam'ımız 86-47 gibi bi sonuçla döndü de her şeyi unuttuk.

İkinci gün ise mükemmel maçlar vardı Ankara Spor Salonu'nda... Ha bu arada "Ankara Spor Salonu" değil de adı "Ankara Arena" olsa ne güzel olurdu değil mi? En azından binanın üzerinde kocaman harflerle ANKARA ARENA yazsa ne güzel olurdu... Bu salona her gelişimde bunu düşüneceğim sanırım...
İkinci gün geri dönüyorum. Yunanistan, Porto Riko karşısında Rusya'dan fazla zorlanınca tamam dedim... Bu iş bitti. Ama unutmuyorum geçtiğimiz senelerde Yunanistan maçlarında dönen dalevereleri. Bu kez salonda biz de varız... Bakalım neler olacak. Fil Dişi karşısında zorlanan Çin'i de unutmadım... Bu gruptan yenilgisiz lider olarak çıkmak hiç de zor değil...

Rusya Türkiye maçı ise tam bir heyecan silsilesiydi. Güzel ve sıkı bir maç oldu bence. Binlerce kişinin son yirmi saniye boyunca "oley oley şampiyon türkiye" diye bağırması karşısında göz yaşlarımı tutamadım. Ne harika bir havaydı o Allah'ım! Ne güzel bir akşamdı. Farkı fazla açamamış olsak da savunmamızın ne kadar sağlam olduğunu gösterdik cümle aleme... İsteyince sayı atabildiğimizi de... Nazar değmesin, iki maçtır elli altıdan fazla sayı görmedik potamızda. Yunansitan'dan da en fazla altmış yersek iyidir.. Zaten her maçta altmıştan fazla atıyoruz..
Rusya maçına biricik Tayyip Efendi geldi. Geldi gelmesine iyi yaptı.. Hayatımda ilk kez katıldığım Meksika Dalgası'nda Tayyip Efendi'nin de olması garip bir ayrıntı oldu.. Hoş oldu(!). Ancak o var diye Efes Kızları'nın ya da Ukrayna'dan gelen bir avuç güzelim kızın çıkıp dans edememesi yüreğimi sızlattı. Herkes işini yapıyordu oysaki Tayyip Efendi gelene dek. Ne güzel eğleniyorduk. Bu bence büyük bir hata oldu bizim için. Çok büyük bir hata. Umarım tekrarlanmaz. Zaten Tayyip Efendi başka bir maça gelmeyecek herhalde. Yani umarım.. Hadi inşallah!
İkinci günden başka bir hatıra yok aklımda... Girişteki görevlilerle kanka olmak dışında...
Yarın için 12 Dev Adam biz Ankara'lı spor severlerden ve Türkiye'yi destekleyecek insanlardan kırmızı giyinip gelmelerini istiyor. Duyduk duymadık demeyin! Yarın kıpkırmızı bir salonda inletelim Yunanistan potasını ve üçte üçle yolumuza devam edelim.. Ne dersiniz?
ve ayrıca...
Neyse bu esprimi burada yapmayacağım.. Bi şampiyon olalım da!!

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Meteorun Bıraktığı Huzur

http://www.facebook.com/video/video.php?v=404270749532&ref=mf

Bu şarkı hatırlattı bana olanları bitenleri... Neler yaşadık gökyüzünün altında, düşünmeyeli uzun zaman olmuş... Öyle bir anda...

Dün gece, bilenler bilir, meteor yağmuru vardı güzel gökyüzümüzde. İzleme fırsatınız olduysa bol bol dilek tutmuşsunuzdur. Aman söylemeyin ne dilediğinizi, herkesin dileği kendisinde kalsın. Böyle dâhã özel. Biz dün gece ne yaptık?! Ailecek terasımıza geçip attık minderleri yere, pikelerimizi üzerimize alıp izlemeye başladık gökyüzünü, saatlerce... Tam yedi tane gördüm, şaka değil. Yedi tane. Kimseyi inandıramadığım bir şey daha gördüm ancak anlatsam mı onu düşünüyorum. Yaptığım araştırmalar sonucunda herhangi bir yere meteor da düşmemiş ancak ben gördüm bir "şey". Süzülerek indi gökyüzünden aşağı doğru bir meteor. Gördüm yahu! Neyse, bu yazıda konum bu değil.

Gökyüzünü izlerken düşündüm kafamdakileri... Yepyeni kararlar, elde kalanlar, düşünceler, umutlar ve en önemlisi huzur kıpırtıları. Gökyüzüne saatlerce bakmak sahiden çok çok iyi geliyor. Bunu bir deneyin bence. Gökyüzündeki yıldızların size olan uzaklığını, ve elinizin ucundaki o boşluğun ne kadar olduğunu bilememenin verdiği garip tedirginliği, o karanlığın ne kadar süreceğini bilememenin sunduğu kuşkuyu... Büyüklüğün ve sonsuzluğun korkusunu, bu korkunun karşısındaki bir böcekten farksız olan küçüklüğünüzü hissedin... Muhteşem oluyor.

Bu düşüncelerin verdiği olgunlukla yedi tane şansın yedisini de kullanmadım, dilek tutmadım. İnatla mı yaptım yoksa gıcıklığına mı bilmiyorum ancak dilek tutmadım. Çünkü her şeyi tertemiz gözlerimin önündeydi. Bir gün ölü bu gökyüzünden geçerek bizi yaratana ulaşacaktım. Bir gün sırtımı döndüğüm şu dünyadan gidecektim eninde sonunda. Yıldızlar benden büyüktü, benden daha güçlü ve rahattılar. Karışanları görüşenleri yoktu. Aşık da olmuyorlar dost da edinmiyorlardı. Onların bu yücelikleri karşısında dilek tutmak çok acizceydi. Belki de en yücesi buydu, kendime yakıştıramadım.

Yeni kararlarımı, düşüncelerimi buraya yazıp sayfalar dolusu laf kalabalığı yapmak derdinde değilim. İçimdeki huzuru size bulaştırsam yeter de artar bile benim için. Yaz sıcağında sığındığım bu karanlık gökyüzünden sizlere bir nebze olsa serinlik sunabilirsem ne mutlu bana. Tek derdim bu.

Ey gidi meteor yağmuru! Sen nelere kadir oldun bir ana bir bilsen. Geçen onlarca meteor bana bu düşünceleri vereceklerini bilseler ne yaparlardı acaba?! Dünyanın etrafında birkaç tur attıktan sonra selam çakıp mı giderlerdi yoksa bizim gezegene en uzak mesafeden mi devam ederlerdi yollarına? Neyse, ilgimle onları boğmayayım.

Öyle bir anda esti aklıma... Meteordan girdim geleceğimden geçip terasıma döndüm... Öyle bir geçiyor zaman ki insana gökyüzünde dolaştırırken dilek tutmayı unutturuyor. Öyle bir anda esiyor ki insanın aklına gökyüzü huzurdan geçilmiyor...