25 Eylül 2010 Cumartesi

Kem Küm


Bazen daha fazladır her şey... Bu cümle takıldı kafama, bütün gün aklımdaydı. Günüm bu cümleyi oradan oraya gezdirerek geçti. Nedeni, başka bir anlamı yok... Sadece bu cümle... Yoksa bu sıralar her şey daha mı fazla? Ya da ben mi öyle istiyorum?

Kuracağım cümleleri yine elli kere düşünüp öyle kuruyorum. Okunduğunda her türlü anlama gelecek kelimeler seçmemeye dikkat etmek önemli artık bu vakitlerde. Birine "a" desen, o "b" anlasa... Sonra sen açıklarken yanından geçen "c" diye duysa. Sonra o da gidip başkalarının "d" gibi anlayacakları şekilde anlatsa... "d" gibi anlayanlar "e" diye gelseler yanıma... Ne olur sonra?

Bu sıralar her zamankindan daha fazla insan ilişkileri üzerine yoğunlaşmış durumdayım. Kimin kime aşık olacağı, kimin kime düşman kime dost kime yoldaş kime oyun bozan olacağı belli olmuyor arkadaş! Kafa karışıklığını bıraktım bu artık beyin bulanıklığına giriyor. İnsan başlı başına karmaşık bir varlık, bir de diğerleri devreye girince aman Allah'ım! Ne curcuna!

Neyseki halk oyunlarından curcunaya alışkınım. Eyvah! Her türlü anlama gelecek bir sözcük kullandım. Neyse sağlık olsun!

Sonuç olarak bu curcuna yabancı değil. Biliyorum ki eninde sonunda fırtına duracak, sular çekilecek... Bana ortalıktaki çamur yığınları ve bir çuval "değerli" anı kalacak. Bunun bilincinde olmak da ayrı bir dava. Acımı bile çekemiyorum bu curcunanın zevkine varayım derken. Bu iç huzuru da ayrı bela a dostlar! Darısı herkesin başına mı desem ne desem?!

Birileri var yüzümü güldüren... Dinlerken kafamı kaldırıp gözlerine baktığım, sarılırken kollarımı kocaman açtığım, senelerimi paylaştığım, uzaktan uzağa sesiyle güven bulduğum... Birileri var gönlümde... Ruhuma umut veren... Birileri var... İsimlerinin ne önemi var! Gönülleri yeter...

14 Eylül 2010 Salı

Kifayetsiz Yazı

Bitmiş meğer, o on iki günlük eğlence ve coşku son bulmuş. Final maçını izlerken bile hissetmemiştim, iyi ki bu gece maç yokmuş yoksa anlamayacaktım…Her zaman 12 Dev Adam ve basketbol benim için ayrı birer konu oldular. Sadece “spor dalı” olarak değil; bir akım, bir oluşum, bir tutku olarak çok değerliydiler benim için. Bu turnuvadan önce de deli gibi 12 Dev Adam’ı destekliyor, fırsat buldukça basketbol maçı izliyor, basketbolu kendimde dolayısıyla da hayatımda yaşatıyordum. Sayemde birçok kişi basketbol diye bir spor olduğunu hatırladı ve belki de ben gibi sevdi. Bu ayrı bir gurur benim için zaten.


Ancak bu seneye kadar arkama yaslanıp, “Oh be, işte 12 Dev Adam!” diyerek izlemeyi özlüyor, bekliyordum. Hani sevdiğiniz adamdan bir çocuğunuz olur, büyür ve mezuniyetine gidersiniz ya da herhangi bir gösterisine… O sahnededir ve size sadece gururla onu izlemek kalmıştır. Öyle bir özlemdi bu benim için, öyle bir istek. Sonuç olarak her maçlarını izlemiştim, gerektiğinde sesimi ve gücümü hatta uykumu feda etmiştim, yenilgilerinde ağlamış, galibiyetlerinde dans etmiştim, emek vermiştim işte ben bu takım için. Ben büyütmüştüm, bu günlere ben getirmiştim. Bir şekilde ekmekte payım vardı işte.



Geldik bu seneye, on on iki yaşlarımda başlayan bu tutku hasatını aldı sonunda. Arkama yaslanıp yirmi sayı farklarla Slovenya’yı yendiğimizi izledim… Sırbistan’a kafa tutabileceğimizi gördüm. Amerika Birleşik Devletleri ile final oynayabileceğimize şahit oldum. Salonda deliler gibi bağırdım, grup maçlarında yenilgisiz yolcu ettim 12 Dev Adam’ımı Ankara’dan. Her gün salon önlerinde iftar yaptım dostlarımla, takımımı bekleyerek. Yüzümü boyadım yanıyor, acıyor demeden… Hiç tanımadığım insanlara sarıldım yendik diye çığlıklar atarak… Dağ başı duman almışları söyledim sesim kısılana dek büyüttüğüm takımımla… Bunları yaşadım… Bunlar huzurdu. Huzuru yaşadım. Peki bunu bana kim yaşattı? Emek verip büyüttüğüm çocuğum, evladım, emeğim… 12 Dev Adam’ım. Var mı bundan daha güzeli.


2010 senesi gerek bizim için gerek Yunanistan gerek Sırbistan gerek Amerika ve hatta bütün dünya için unutulmaz bir sene oldu. Unutulmaz. Artık ilerde torunlarıma, çocuklarıma anlatabileceğim kocaman bir “iki haftam” var. Ne mutlu bize ki bu iki haftayı on yıldır yaşıyorduk, hissediyorduk, bekliyorduk. Ne mutlu bize! Böyle günler yaşadık. Yaşarız daha, emin olun yaşarız.



İşin kötü yani; ben bu güzel duygulara iyi alışmışım ki bu gece ne Trabzonspor - Sivasspor maçı zevk verdi ne de Galatarasay - Gaziantepspor maçı zevk verecek… Bana 12 Dev Adam gerek, coşku gerek, basketbol gerek! Futbol maçı izlemek zorunda kalmasam, farkına varmayacaktım. Fena oldu.


Varsın bitsin. Benim basketbolum kazandı, ülkem kazandı, basketbol kazandı… Türkiye’de artık basketbol diye bir spor var, umarım hep var olacak. Ne mutlu bize işte, ne mutlu bize... Varsın bitsin! Gümüş madalyamızı aldık ya biz, şimdi Türk milletinin boynunda altın madalyadır basketbol.

9 Eylül 2010 Perşembe

Bayramlık


Evet evet. Ben de bu yozlaşan, kültürel değerlerini yitiren toplumun bir parçasıyım ve bugün seneler sonra ilk defa anneannemin evine, Delice'ye gidip bütüün o akraba kalabalığı ile bayramlaşmayı reddettim. Bunu yaptım. Ben ki değerlerine sadık ve bağlı olduğunu savunan tutucu insan! Ben ki düşünceleri zor değişen kalın kafalı insan! Bu radikal değişim nasıl oldu bilmiyorum... Bilen varsa beri gelsin.

Sabah uyandığımda dedim ki "Nihan, kızım bugün bayram. Hadi ona göre davran da bi' süslen püslen, güzelleş. Git, gez toz, ziyaretlerini yap, gönülleri al, harçlıkları kap. Bir sonraki bayram yaşıyor olacağın ne malum..." Ama yemedim. Hâlâ pijamalarımla gelen mesajlara cevap atmakla meşgulüm. Zaten bayramlarda da şu herkese giden ve "siz" le başlayıp sonuna isim konulan mesajlardan nefret ederim. Mesaj gidecekse özel kişilere gitmeli ve kişiye özel cümleler yollanmalı. Ben birine "pıtırcığım" derken diğerine "dostum" derim, "pıt pıtım, tosunum, şekerim vs" özel olmalı ki adam o mesajı hak etsin. Buradan bana mesaj atan herkese sesleniyorum. Sizin için özel değilsem, herkese giden mesaj tesadüfen bana da gelmişse atmayın artık bana mesaj falan!

Bayram temizliği de yapmadık. Oh! Mis gibi pis evimizde oturuyorum işte var mı daha güzeli? Gelen gidenim de yok. Bi apartmandaki ve yan apartmandaki çocuklara şeker tutar geçerim. Kimse de bana evi neden temizlemedin, aman neden hâlâ pijamalarınlasın diyemez. Bu bayramı yaşamak istemiyorum belki de. Hoppa! Şimdi de bir başka soru: Böyle düşünme lüksüm var mı benim?

Hadi eski bayramlardan dem vurup "ne güzeldi" diyelim... Güzel miydi? Bilmem. Bildiğim şekerden dolmuş ve bozulmuş midem, laf sokup duran "akraba" maskesine bürünmüş insanlar, karda kışta yollarda kalmalar vs. Bayram bundan mı ibaretti? Hayır. Babamın öğrencileri gelirdi kapıya, sabahın köründe. Babam bayram namazında gelince "iş icabı" havasında ama içten bir bayramlaşma faslı, güzelleşip komşuya geçip sohbet etme, derken Delice'ye gitme... Bundan sonrasını boşverin.. Sonuç olarak her çocuk gibiydi bayramlarım. İyi miydi değil miydi yaşlanınca düşüneyim en iyisi.

Şimdi oturmuşum pijamalarımla, beni unutmayan gerçek dostlarımla uzaktan da olsa gönül bağlarımı kuruyorum. Kulağımda yıllar sonra dinlediğim huzurlu bir şarkı: Köprü. http://fizy.com/#s/16bqpy Kimse değmesin keyfime. Bayram benim için bu, bu sene.

Yozlaşan kültür demiştim yazının başında. Alışılagelmiş saçmasapan laflar. Kültür gün geçtikçe değişir; yeni yeni duygular, düşünceleri alışkanlıklar vs edinir; kimilerinden kurtulur kimilerine sahip olur... Kültür yaşayan bir varlıksa bırakalım da yaşayalım onu kendimizce. Hani herkesin bi "popi"si vardı ya, (http://www.timsah.com/Herkesin-popisi-var-Sokak-roportajina-gel/ZdM0QObr7UK )  ondan işte ;)

Neyse a dostlar. Çok güldük, çok eğlendik de şaka maka bir eğitim-öğretim yılı daha başlıyor. Radikal kararlarım var. Bi' ara onları da yazar paylaşırım sizlerle. Kim bilir belki de paylaşmam, bilmiyorum.

Bulur muyum söyle seni o eski halinle
Uzansam uzaklardan öylesine
Öylesine derin içimdeki yerin
Bi' kprü olsam yüreğimden yüreğine...