31 Aralık 2010 Cuma

Saatin sesine daldım...



Her sene sonu; televizyon kanallarında, insanların beyinlerinde, almanaklarda hep geçmiş senede neler olduğu bir bir hatırlanır. Unutulmamak istenir. Bu tarihte bu olmuştu ey halk, tüylerin diken diken oldu mu? Bak ne çabuk unuttun... vs vs... Bende öyle değil bu...
Bugün de her sene olduğu gibi bundan önceki dokuz yılın günlüklerini aldım elime -çünkü 2001'den beri günlük tutuyorum- ve bütün geçmişimi gözden geçirdim. Benim için bu geçen senenin diğerlerinden tek farkı 2010 yılı olması. Yoksa geçmiş gitmiş. İçinde tonla kahkaha, mutluluk, gözyaşı, aşk, huzur, umut, kahır, elem, dost, belki de düşman, sıcacık gülümsemeler var. Diğer yıllar gibi hepsi geçmişte kaldı.
"En güzel günlerimiz: /henüz yaşamadıklarımız" diye boşa dememiş üstad Nazım Hikmet. Evet hiç yaşamadık henüz o günü. Çünkü her zaman "Evet şu an mutluyum!" demenin daha da ötesi vardı. Şu yirmi senelik ömrümde acaba kaç bin kere "Şu andan daha mutlu olamam!" demişimdir kim bilir! Seksen yaşıma geldiğimde kaç milyon kez demiş olurum, düşününce başım dönüyor!!
Yirmi senenin kritiğine bu senenin kattıkları oldukça olumlu. Bu sene hiç atmadığım kadar büyük adımlar atarak büyüdüm, yaşlandım, huzura bulandım. Çok iddialı bi' laf ettim farkındayım ama öyle. Hiç yeltenmediğim kadar büyük hatalara yeltendim. Hiç kırmadığımdan daha çok kalp kırdım, hiç sevmediğimden daha çok sevdim vs vs Çünkü bu benim en olgun senem. Seneye daha da "yaşlı" olmayacak mıyım?!
Yeni yılın son günlerinde bilinçaltımdan çıkıp gelen sorgulamalar eşliğinde hayatımın mihenk taşlarını yerinden oynatıyor, tozu dumana katıyor olabilirim. Darılmaca gücenmece olmayacak kadar krediler de sundum sanırım... Küstah bir kendine güven var yüreğimde. Yeni yıldan mı yoksa yaşlanan ellerimden mi, kırıkları artan saçlarımın uzamasından mıdır bilemem ama bu "küstah kendine güven" nereye götürecek merak ediyorum. Önlenemeyen "zayıf noktalar" artık o kadar farklı ki...
"Yürümek;/yürümeyenleri/arkanda boş sokaklar gibi bırakarak," derken yine aynı üstad, ne demek istemiş olabilir ki? Koşarken yürüyenleri, yürürken yerinde duranları, yerinde dururken geriye doğru yürüyenleri, geriye doğru yürürken de geri doğru koşanları geçersin... Elbet geçtiğin birileri vardır ömründe. Adamlar, kentler, sokaklar, dostlar, şarkılar, şiirler, yazılar... Yeni yıllar...
Geçmiş yirmi yıl şimdi avucumun içinde bir değerli taş. Güzelce parlatıp yeni yıl akşamı onun şerefine içmeli. Aşkları, dostları, canları, cananları bir kenara bırakıp bu gece kendim için bir şeyler yapmalı. Başkalarının mutluluğu ile nefes alan ben yine birinin gülüşünde kendimi bulmalıyım, kendim için bir şeyler yapmalıyım.

"2010 ny12da almanağı" da burada sona eriyor...
Bu sene ne aldı ne götürdü şimdi hiçbiri aklımda yok. Elimde değerli bir taş, uğruna içecek şarap arıyorum!
İyi seneler...

yazıya özel şarkı: gökhan sezen - duygular coşuyor çaldığın zaman ( http://www.youtube.com/watch?v=EDXp5RePIaI )

25 Aralık 2010 Cumartesi

Sevgilim desen bana...


http://fizy.com/#s/1mjj8v

Kaçıncı sınıfta ya da kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum... Babamla bir gece bu şarkıyı dinlemiştik... İki kelimeden şarkının bütününü çıkarmayı başarmıştım ertesi gün. "Aşkım, ömrüm"den annem ve babam birlikte bulabilmişlerdi şarkının tamamını. Ne ilginç.
Ben hatırlıyorum ama annemler hatırlamıyorlar. Bir cumartesi sabahı (çok romantik başladım şimdi a a...) ikisini de karşıma alıp sordum "Bi şarkı vardı, dün dinledik baba senle. İçinde aşkım, ömrüm diyordu." neydi o diye diye buldurmuştum.
Kendi kendime söylemeyi öğrendiğim bu şarkıyı seneler sonra dinledim. Dokuz muydum on muydum bilmiyorum... Şimdi 2010'un son günlerinde yıllar öncesinden garip bir hatıra geldi buralara... Ne garip...
Bu şarkıyı ne zaman söylesem (dinlesem değil söylesem-ilk kez dinledim çünkü-) dünyayı gökyüzünden izler gibi olurum. Yükselirim, yükselirim, yükselirim... Herkesi... Dostları, canları, arkadaşları, hüsranları, umutları, aşkları, hatıraları, sokakları ayaklarımın ucundan görürüm bir bir. Film şeridi gibi geçiş bu olsa gerek... Neden bu şarkıda olur bilmem. Huzur belki de en çok bunda var. Ya da en çok masumiyet. Ne samimi bir itiraf değil mi? Aşığım inan sana...
Sevgilim de sen bana/ Aşıkım inan sana/ Gözlerime baksana/ Yaktın beni yıllardır/ Ne olur anlasana/ Yalvarırım üzme beni/ Sen de ben gibi yanarsın/ Aşkım ömrüm nerde diye sızlanırsın diye devam ediyor....
İyi dinlemeler... Ya da iyi uçuşlar mı desem?
Bu yazımın yüreğinizdeki son kalan masumiyet parçalarını klonlaması, çoğaltması, büyütmesi dileğiyle...

18 Aralık 2010 Cumartesi

fotoğrafçılık oynamaca "çeptır van"

İlk fotoğraf... Huzurun Kolej'in arkalarında bulunacağını işaret ediyor aslında. Yolda yürürken pat diye karşımıza şıkan bu merdiven ve kış...
Kadın dediğin saçıyla, doğa dediğin kuru otlarıyla var... Kuru otlar da saçlar da güzel görünmüyorsa çalı oluyor.. Kışın kızıllığı... Tılsımı...


Bunu niye çektik bilmiyorum. Aslında kapı güzeldi... O kadar...

Curcuna ile hüzün... Biz hüzünü seçtik... Biraz da dalga geçtik... Çizgiyi aştık...

model: en şirin çikilop

17 Aralık 2010 Cuma

Hak etmek

Hep bunu düşünürüm. Hangi olay ya da durumun karşısında olursam olayım, gerek kendi adıma gerek dostlarım adına... Hep bu vardır aklımda. Hak etmek.
Başımıza ne gelirse gelsin biz bunu bir şekilde hak ettik. "Bana kaderimin bi oyunu mu bu?" diye düşünecek olsaydık oyuncak arabadan bir farkımız olmazdı. Zaten duyguların da kontrol edilebilirliğine inanıyorsak, sorun yok. O halde her şeyi bir şekilde hak ediyoruz. Farkında olarak ya da olmayarak birçok şeye sebep oluyoruz. Sonra da düşünüp hak ettik mi etmedik mi diye düşünüyoruz.
Olaylardan sonra insanlar geliyor tabi... İnsanların ne kadarı bizi ha ediyor, biz ne kadarını hak ediyoruz. Yüreğimizi açtıklarımız buna değiyor mu? Hayatımıza aldıklarımız bizi hak ediyor mu? Biz onları hak ediyor muyuz? Bu bence en önemli sorunsal. Olaydan daha önemli insanlar, olaylara şekil verenler onlar değil mi?
Hak etmek. Bir insanı hak etmek!
Hak etmeyeni ne yapmalı?
En önemlisi bu. Çaresi olan beri gelsin.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Hastalık Duygu Durumları...

Nerden çıktı bu şimdi? Eyvah, bizim "paçi" hasta.. Yok yok rahat olun... Şimdilik bi durum yok. Sonrasını ben dahil kimse bilmiyor...
Önemli bi hastalık geçirmedim. Hayatımda en sık hastaneye gitme sebebim kendi bedenim değil, annem. Diğer insanlarda nasıl bilmiyorum, bizim ailede böyledir. Anne hasta olur, diğerleri üzülür. Bu kaide son günlerde kafamı kurcalayan durumlarla bozuldu. Hasta olan bi gün ben olsam?
Hastanede o gece ailesinden ayrı uyumak zorunda olan aile üyesi ben olsam mesela... Nasıl olur? Ziyarete gelinen, o görmeden ağlanan... Sanırım tek güzel tarafı insanların bol bol çiçek getirmesi olurdu. (Papatya tercihimi yedi cihan duydu sanırım, eklemiyorum buraya.) Odamda bir sürü çiçek, ziyaretçiler... Gelenim gidenim ne kadar çok olurdu umrumda değil. Aklımdaki birkaç kişi gelsin, bana huzur versin yeter. Refakatçi listemi şimdiden yaptım bile...
Hastane sonrası ev muhabbeti... O, ayrı bir eğlence olurdu herhalde. Bu kez ziyaret saati gibi bir kural olmadığından daha rahat gelirdi ziyaretçilerim. Bol bol misafir, bol bol sohbet, bol bol konuşma, bol bol paylaşım... Bunları takip eden huzur.
Bi de şu konuyu eklemeden olmaz. Tuttuğum takımların futbolcuları, basketbolcuları falan gelirse tam süper olur. Elano Blumer gitmeden gelse ziyaretime, o kalamazsa eğer onun yerine Cana da olabilir bakın.. Efes'ten de Bostjan Nachbar'dan (Nam-ı diğer Boki) başkasını kabul etmem.. Tamam, Sinan Güler de kabulüm... Başka yok. (Spor camiasından gelecek olanlar varsa babamla görüşsün, diğerleriyle ilgilenmiyorum -hasta kaprisleri bölüm 1-)
Gelelim hastalığın ardından ilgi bitişi sonucu gerçekleşen boşluk hissine. Emekliye ayrılmış bi "süperstar" olur çıkardım sanırım. Bu konuyu es geçiyorum, her neyse...
Büyük çaplı bir hastalık olmasa nasıl olurdu acaba? Grip... Bol bol grip oluyorum zaten. Yok yağmurda ıslanalım, yok maç çıkışı yürüyelim, yok bi durak sonra inip gezelim, yok Dikimevi'nden binelim otobüse, yok bu akşam üşümüyorum derken... Kimsenin umrunda olmuyor griplerim. O halde konu kapandı!
Hastalık fena bir şey tamam ama bu "sosyalleşme"yi arttırma tarafından düşününce mutlu oluyorum garip bir şekilde. Düşünsenize, yıllardır göremediğiniz arkadaşlarınız uyandığınızda başucunuzda. Gitti dönmez dediğiniz aşklarınız, unuttu dediğiniz dostlarınız, yoğun olan arkadaşlarınız... Herkes...
Keşke birilerine vakit ayırmak için onların kötü halde olmalarını bekleyemeyecek kadar daha insan olsak. Fena olmaz sanırım?!

(Her yazıya bi şarkı seçer oldum... Şimdi de bir türkü olsun Bedia Akartürk'ten.. http://fizy.com/#s/1ai42s )