11 Haziran 2011 Cumartesi

Toplumsal Kaygılar-1: Öğretmenliğin Kutsallığı


                Malumunuz, finaller bitti. “Herkesler” evine gitti. Final sonrası rutin olarak diğer insanlar ne yapar bilmem ama ben son iki senedir evime gitmem. Zaten hep evimde olduğumdan değil. Farklı sebepler sunabilirim ama başka bir yazıya. Ben genelde finallerim bitince odamı toplarım, ardından notlarımı düzenler ve diğer notların yanına koyarım. Aman aman çok düzenli bir öğrenci olduğumdan ya da çok inek olmamdan vs değil bu. Bu sorumlulukla alakalı. Ki bu sene en çok bunu sorguladım durdum “eğitim-öğretim yılı” boyu.
                Zihin Engelliler Öğretmenliği Bölümü ABD programının üçüncü sınıfında staj başlıyor. Bilenler biliyor. Ben bu sene iki dönemde de ayrı okullarda kaynaştırma uygulamalarında bulunmuş oldum. Benim biricik sınıfım da bulundu tabi. Bu uygulamalar esnasında öyle güzel deneyimler elde ettim ki sormayın gitsin.
                Mesela şunu gördüm: Günümüz öğretmen adayları (Umarım sadece kendi sınıfımdakilerdir. Çünkü en azından azınlık oluyoruz böylelikle.) sadece paranın derdinde. Karşılarındaki öğrencinin ne kadar, hangi beceriyi öğrendiği umurlarında bile değil. Karşılarında aslında bir öğrenci olup olmadığı da umurlarında değil. Abarttığımı düşünmeyin. Staje gelmeyip dersleri geçen insanlar tanıyorum. En azından ben hiç görmedim onları. Her neyse…
                Para için yapılacak bir meslek değil öğretmenlik. Kutsallığı parasından daha önde olan bir meslek. Bu zihniyetle bu bölüme gelen “çoğu” aslında karaktersiz, belirli bir hayat görüşü olmayan ve en mühimi de “insan” olmayan “tip”ler. Hepsi bu. Bunu gördüm. Bu sene bunu buram buram yaşadım. Gördüklerimden biri de şu: Bu mesleği yapmak için belirli erdemlere sahip olmalı insanlar. Bu erdemlere sahip olup olmadığımızı ölçen bir sistem yok. Bu erdemlere sahip olanla olmayanı ayırmaya çabalamayan hocalarımız var belki. Tabiî ki bütün suç onlarda değil. Ama üzgünüm. Sorumluluk sahibi olmayan bir adamın öğretmen olmasını sağlamak ne kadar bağdaşıyor bizim şu meşhur “etik”imizle? Aslında onlar da bir yerde haklı. Ama bu da ayrı bir yazının konusu.
                Bir deste bunu tartışmıştık sınıfça. “Aptal idealist” olduğumu söylemişler ve sınıfta beni destekleyen birkaç kişi çıkınca şaşırmışlardı. Evet, idealistim, aptalım! Bu düşüncelerime, emekli olana dek ya da ölene dek sahip olmak için dualar ediyorum. Dualarımın tek sebebi; daha göreve bile başlamadan staj zamanında işini savsaklayan, öğrencilerine saygı duymayan, mesleğini anlamayan insanlara dönüşmemek. Tek dileğim bu.
                Ha tabi yok mu “cillop” gibi öğretmen adayları? Var. Ama bir elin parmağını geçmiyor. Geçmedi. Geçecek mi bilmem. Umarım üzüm üzüme baka baka kararmaz.
Final sonrası “n. sendromu” diyebilirsiniz belki. Ama bu konu, kafamı çok kurcalıyor bu sıralar. Düşünsenize, bu “tip”ler gelecek nesle şekil verecek, geleceğe şekil verecek, Türkiye’ye şekil verecek, dünyaya şekil verecek. Üzgünüm. Bu konuda, umut verecek cümlelerim yok.
Bu mesleği hakkını vererek yapanlara selam olsun.
Öğretmenlik mesleğini hissedenlere selam olsun.
Bu yazımı anlayanlara selam olsun.
Aynı kaygıları paylaştığım “insan”lara selam olsun.

1 yorum:

  1. Selamlar bloğunuzu zevkle takip ediyorum. Bu yazınızda anlattığınız herşeye harfi harfiyen katılıyorum (bir öğretmen adayı olmamama rağmen). Ayrıca bu mesleği böylesine güzel ve onurlu duygularla yaptığınız için şuan ki ve gelecekte var olacak tüm öğrencilerinizi çok şanslı buluyorum.

    Tabi ülkemiz öğretmen adaylarında sizde var olan bu inanç ve saygı olmadığı içinde bir taraftan üzülüyorum..

    Umarım bu duygularınız hiç bir zaman tükenmez.

    YanıtlaSil