Fotoğrafta görmüş olduğunuz kare; içinde yaşadığım, her gün baktığım, artık içinde kendimi bulduğum ve her şeye olduğu gibi ona da anlam kattığım “pencerem”. Bir televizyon programına başlar gibi bir halim var, bunu kesmeliyim!
Malum, vize dönemi acı dönemi. Vize döneminde de en çok vakit geçirdiğim yer çalışma masam ve çalışma masamın karşısındaki manzara en çok baktığım manzara. Eminim ki hiçbir sevdiğim adama bu kadar çok bakmadım! Bilinen sebep: İnsanların gözlerine bakamıyorum. Neyseki manzaramın gözleri yok, dağları var. Şükretmeli.
Dağlar da nerden çıktı derseniz uzun hikaye ama anlatmaya niyetliyim. Okumaya niyetli olmayanları sağ üst köşedeki çarpı işaretine davet ediyorum.
Son zamanlarda çetin (!) günler yaşıyor falan değilim. Dağlar ordan gelmiyor. Bilinçdışımda neler olup bittiğine hakim değilim, özellikle artık kendimi dinlemeyi bıraktığım andan beri rüyalarıma önem vermiyordum ama iki gün üst üste dağlar, tepeler ve bol bol trafik kazaları görünce dur aman, dedim. Bu işte bir iş var. Sonra bu sıralar rastgele okuduğum şiirlerde, tesadüfen dinlediğim şarkılarda bol bol dağ olduğunu gördüm. Aşılamayan, gidilemeyen dağlar. Sanırım inandığım güç, bana bir mesaj vermeye çalışıyor diyordum ki bugün ders çalışırken kendimi penceremden görünen bu dağa dalmış gitmişken yakaladım. Her şeyin sebebi günlerdir karşımda duran bu dağda olmasındı sakın! (Bu cümle yapısını da hep kullanmak istemişimdir!)
Şaka bir yana evet bunu düşündüm. Günlerdir bu dağın karşısına geçip ders çalışıyorum ve hatta aylardır ben bu dağın karşısında şiirler yazıyorum, şarkılar dinliyorum, yazılar karalıyorum, birilerini düşünüyorum, birilerine ağlıyorum, anılarımı fotoğraflıyorum vesaire. Yapıyorum yani bir şeyler. Yani bu “penceremdeki dağ” son zamanlarda tek dert ortağım olmuş çıkmış da haberim yokmuş benim! Çok büyük haksızlık ettim sana sevgili dağ, çok büyük. Nasıl af dilesem derken işte bak bu yazı sana geliyor!
O dağın üzerinde garip anılarla dolu garip binalar var, biliyorum. Şimdi buraya sıralamanın anlamı yok. Bol bol acılar çekilen yerler var, belki de bi’ çocuk parkı var orda, her gün çocuklar oynuyor… Ben görmüyorum tabi. Akşamları yanıp sönen ışıklarda kimler kimleri hayal ediyor bilmiyorum. Ya da o dağdan bu tarafa kimler bakıp bizim ışıklarımızı görüyor?! Düşününce muhteşem bir şey bu.
Öykü bundan ibaret. Aslında çok da uzun değilmiş. Ya da şimdi bana kısa geldi o dağa beslediğim sevginin yanında.
“Yine” adlı yazımdaki köpeğin ardından sanırım bir meçhul dostum daha oldu. Meçhul ama dizimin dibinde, hep penceremin karşısında. Her sabah beni selamlayan, her gece iyi geceler dileyen… Dost işte, hep var. Bu dağa da bir isim düşünmek gerek sanki. Yoksa sadece “penceremdeki” diye mi kalsa adı? Bilemedim.
Sevgili penceremdeki dağ. Senle az ağlamadım. İyi ki varsın. Sanırım bu ara beni anlayan bir tek sen varsın.
Yazıya özel şarkı: Mor ve Ötesi - Sor
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder