28 Mayıs 2011 Cumartesi

Blogum seni seviyorum!


Nerden çıktı deme sevgili blog. Deme öyle. Seviyorum işte!
Birkaç hafta önce keşfettiğim çok eğlenceli, güzel, düşündürücü ve en mühimi bana fikirler veren birkaç blog vardı. Haftalarca, günlerce ve yıllarca herhangi bir yeni yazı, görüntü, fotoğraf vs paylaşılmadığını görünce hüzünlenmiştim, kimseyle paylaşmamıştım. Şimdi daha çok içime dert oldu sana yazayım dedim.
Bir gün bu blogu yazmayı bırakıp gidersem -ki öyle bir ihtimal var mı bilmiyorum- üzülürüm bak! Sahiden üzülürüm. Biz seninle ne günler yaşadık sevgili blok. İlk yazdığım günü hatırlıyorum da... Yalan söylemeyeyim hatırlamıyorum.
Ama ben aşkımı, kızgınlığımı, mutluluğumu, ilklerimi ve en mühimi duygularımı seninle paylaştım sevgili blog. Seni öyle bir çırpıda silip atamam.
Hep bilgisayarımı açtığımda kal böyle bir köşede. Engelleseler de seni, ben sana hep yazılar yazayım, kimse okumasa da olur ben kendi kendime çalar oynarım. Yeter ki sen bana hep sayfanı açık tut.
Bak şimdi geniş açıdan bakarsak tek istikrarlı ve "adam gibi" dostum da sen oluyorsun ha! Bu da garip. Dostluk nedir ki zaten. Her neyse felsefe yapmıyorum.
Doğru anladın! Bu sıralar mutluyum. Böyle yüzümde "garfiyıld" gülümsemesi varken dolaşıyorum etrafta. Dilimde Mirkelam ve Kargo ortak yapımı "Lavanta" var. ( http://fizy.com/#q/mirkelam+lavanta )Daha ne olsun.
Sen ol blogum. Ben böyle mutluluklarımı senle paylaşayım ve birgün seni terk edip gitmeyeyim hiç. Tamam mı?
Seviyorum seni. Kendine iyi bak ve de sakın bu dengesiz havalarda üşütüp hasta olma. Görüşürüz bir sonraki "sevgi kabarması"nda :)

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Kafesin Dışından


İçime dert olmuştu aslında. Bir an önce buraya yazmak için fırsat kolluyordum deyim yerindeyse. Ancak fırsat oldu. E malum, şenlikler, konserler, gezmeler, eğlenmeler, şunlar bunlar derken ancak evin yolunu bulabiliyor insan. Şimdi "çılgın kalabalık" bir tip çiziyor olabilirim gözünüzde, öyle de kalsın o görüntü. Bozmayın. "Lankinkin" o öyle değildir.
Her neyse.
19 Mayıs Gençlik Bayramı dedik, biz de o gün bir bayram yapalım dedik. Boşa tatil değildi o gün okullar ve boşa geçmemeliydi zaman. Tabi sabah bir tanecik öğrencim sevgili U.'yu görmeye gittim. Bir saat diye gidip üç saat yanında kalmak bana sürpriz olsa da tadından yenmiyor benim bir tanecik şekerim. Onun da etkisiyle sanırım günüm sahiden bayram oldu.
U.'nun yanından ayrılınca Sevgili dostum "en şirin çikilop" kısaca EŞÇ ile vurduk kendimizi yollara. 220 numaralı otobüse ilk kez biniyordum. 339'u aldatıyormuş gibi hissetsem de canım sağ olsun dedim kendi kendime. Otobüs çok renkliydi. 339 daha bir gri sanırım.
Atatürk Orman Çiftliği'nde geçirecektik o günü. Kararımız bu yöndeydi. Yaşlı bir teyze, tam bir Ankara Hanımefendisi bize yolu tarif etti, ineceğimiz yolu söyledi. O da mutluluğumuzu arttırdı denebilir.
Çiftliğe paso gibi saçmasapan bir şeyle girmiyorsunuz. Öğrenci kimliğiniz yetiyor öğrenci sayılmanız için ki bu muhteşem. Teşekkürler çiftlik yönetimi.
Çiftliğe girdiğiniz ilk andan son ana kadar kendinizi Ankara'nın dışında, belki Türkiye'nin de dışında ve hatta abartıyorum dünyanın dışında hissediyorsunuz. Oranın sahipleri hayvanlar. (Şimdi küfür eder gibi oldu ama öyle.) Herkes gelip geçici orada. Bir hayvanlar kalıyor orada bir hayvanlar.
Kafeslere yaklaşıp baktığımda özgürlüğü elinden alınmış hüzünlü gözler gördüm ben. Kafesin camlarını kırıp önce sarılıp ağlamak ardından da onları Ankara'nın o güzel havasına bırakmak istedim. Çok istedim. Yazının başında gördüğünüz maymun kardeş (ki ben ona artık Domates Güzeli diyorum) insanların ona bakışlarından sıkılmış, içeriye insanların onu göremeyeceği bir yere kaçmıştı. Gerçi ben de insanım En Şirin Çikilop da insan. Biz de gittik karşısında onun kaçtığı yaratıklar olarak, gözüne gözüne flaşı patlattık olacak iş değildi ama oldu bir kere. Kötü ettik. Ama gördük ki hayvanlar mutsuz, depresyonda belki.
Şimdi de empati zamanı. Sizi evinizden alıp bir kafese koysalar. Sonra da bir sürü insan (ya da hayvan diyelim) gelip sizi izlese, baksa, gülse, fotoğrafınızı çekse... Ne yapardınız? Bu da bir ömür sürse. Ben oturur ağlardım, açık konuşayım.
Bu hüzünlü gerçek dışında bir maymunun En Şirin Çikilop'umu korkutması, aslanı esnerken yakalayan bir fotoğraf çekmem, birbirinden güzel renklere sahip kuşları görmem, lama mıydı unuttum şimdi-tükürecekler diye korkmam, o temiz havayı solumam... Bayram olması günün... Çok güzeldi.
Ankara'da böyle bir cennet varken, insanlar evlerinde "maaal mal" oturuyorlar ya, helal olsun! 

8 Mayıs 2011 Pazar

Gece Otobüsleri


Biliyorsunuz, hep değerliydi otobüsler"im". Hep garip garip anlamları vardı otobüslerin bende, hep farklı çağrışımlar yapmak için kullandım onları şiirlerimde, sizin aklınızdaki renklerden farklıydı bendeki otobüs renkleri ve içindekiler hep farklı insanlardı.
Geçen perşembe günü kaza yaptıktan sonra; tamam artık, benim otobüs sevdam da buraya kadarmış. Bugünden sonra ben ölsem otobüse binemem, diye düşünüyordum. Akşam eve dönmek için sabah kaza yapan otobüsün ta kendisini kullanınca bunun böyle olmadığını gördüm.
Kazayı anlatacak değilim. Ama yakışklı muavinimle aramızdaki "paso"nun kurduğu buzları bu kaza eritti çok şükür diyerek geçiştiriyorum. İnsanların ve arabaların arasına dalan bir otobüsteydim o sabah. Sağ çıktım. Küçük bir travmaydı belki de ağlamam.
Her neyse...
Ege Mahallesi otobüslerini kullanmaya başladım başlayalı zaten bi illallah halim vardı, egolardan. Otobüsün kalabalık olması vs dert değil. Kokuya aşırı duyarlı oluşum her şeyi mahvediyor. Bir de her saat kalabalık olan 330'u kullanmak zorunda kalmışsam... (Böyle durumlarda yaşasın 339!) Of of! Bu akşam da öyle oldu.
Bir şiirim vardı: http://www.antoloji.com/gece-587-siiri/ Şiirimde gecenin geç saatlerinde, kaldırımlarda yürürken aklıma takılan cümleleri sarf etmiştim. Yine böyle bir gece geçirdim az önce. Ama yeni bir şey fark ettim. Bizim bildiğimiz geceler her yerde aynı. Issız, korkutucu, sessiz ve bazen görkemli... Bütün otobüsler ya boş ya da bir iki konuk götürüyor gittikleri yerlere. Ama Ege Mahallesi otobüslerinde bu böyle değil işte. Otobüse binince (kapıya ne kadar yakın olursanız olun bir şey fark etmiyor) bir cümbüş alıyor sizi içine. Herkeste bir eğlence, mutluluk, coşku. Gecenin ıssızlığı otobüsün kapısı kapanınca dışarda kalıyor sanki. Camdan sessizliğini ve boşluğunu izlediğiniz dünya çok başka, uzakta. Bunu 330'un hissettireceğine, dün sabah anlatsanız, inanmazdım. Az önce yaşadım, içimde huzur.
330 eskiden benim için sadece uzun, upuzun bir "yığın"dan ibaretti. 263, 339, 284 gibi özel anlamları yoktu. Ama bu geceden itibaren biliyoruz ki -artık siz de biliyorsunuz- 330 gecelerin renkli köşesi. Kimse bilmese de siz uyurken, o Kızılay - Ege Mahallesi arasında kahkahalar atarak yoluna devam ediyor.
Ve küçük bir tavsiye, denemedim ama hoş olabilir: Moraliniz bozukken gecenin bir vakti binin bi' gece otobüsüne. Ama Ege Mahallesi olanına, yani gecenin renkli köşesine. Son durakta indiğinizde bi' bakın bakalım dert hangi durakta inmiş.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Kadın mı dedin?

Bugün otobüste, gözümün bir kadını taciz etti, hayvanın biri.
... 
Aslında uyudum ama ağlayarak uyanınca yine kendimi bilgisayarın başında buldum. Bu uykusuz geceler beni daha sorumlu dünya vatandaşı yapacaksa ne mutlu bana. Aslında önce Ankara'da yaşamayı öğrensem bana yeter de artar bile ama Ankara'ya laf edince de büyükşehir belediye başkanı hemen üzerine alınıyor. Konum siyaset değil. Geçiyorum hemen.
Uzun bir aradan sonra adam gibi uyandım. Derse gitmek adı altında otobüse bindim. Hatta paso göstermediğim için takıştığım muavinle, paso aldığım için barış bayrakları çekmiştik. Mutluydum. Bugün çirkin olsam da güneş vardı ya hani, umut.
Boş bulduğum koltuğa oturdum.Daha sonra otobüs dolmaya başladı. Önüm, arkam, sağım, solum... Dolu. Otobüsün boş yerini bir tek muavin görüyordu, keklemiyorsa.
Knut Hamsun'ın Göçebe'sini okuyordum, gözüme bir el ve bir penis ilişti. Yok, adam penisini çıkarıp ortaya koymadı. Pantolonunun içinde oynayıp duruyordu "şeref"! Önce aldırmadım. Kaşınmıştır hacı, dedim, insanlık hali. İki sayfa geçti, karakter sevdiği kadının konağına vardı... Bir baktım adam, önümde oturan kadının omzuna "abanıyor"! Ne yapardınız?
Ayağa kalktım.
"Buyurun siz oturun." dedim.
İçimdense: "La" şerefsiz! Sabah sabah aklında, beyninde ne kadar boşluk var bilmiyorum ama ağzına tüküreyim ki sana hiçbir şey söyleyemiyorum. Şu kadının gözlerindeki korkuyu sana bir gün biri yaşatsa ne yapardın? Şimdi o penisi koparıp eline vermek vardı ama hani ben Polyanna'yım, iyi insanım ya! Hâlâ sana siz diyorum. Keşke küfür etmeyi bilsem de bir güzel tükürsem ağzına!
Demedim.
Adam oturmadı. Otobüsün arkasına doğru ilerledi. Kafasında türban, bir kadın vardı. Mesafesini koruyarak devam etti yoluna.
Önümde oturan kadınla göz göze geldik. Anladım. Anladı. Sustuk ikimizde. Sustuğum için bütün yol kendime kızdım. O ne dedi kendine, bilmiyorum. Ama gözleriyle bana bir minnet uçurdu ki sormayın!
Beyaz sakalları vardı. Yaşı kırktı belki, belki daha da büyük. Dış görünüşünde senelerin emekçisi tipi vardı. Yolda görsem saygı duyardım. Pantolonundaki penisine sahip çıkamayan bir adama, bunu görmesem saygı duyacaktım. Şükredecek ne saçma mevzu değil mi?
Ağlayarak uyandım. Çünküsü; işte.
Bugün bir "adam" bir "kadın"a izinsiz, saygısız dokundu. Bugün bir "adam" bir "kadın"ın hayatına bir travma ekledi. Nedeni? Ben bilmiyorum. O biliyor. Bugün bir "adam" bir "kadın"ı yok etti.
Ellerim titriyor. 
Siz olsanız, ne yapardınız?

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Süper iyi bir gün - iki


Yorgun gecelerin ardından
Hep aynı yere dönerken
Islak sokaklar boyu düşündüm
Uyku tutmadı evet. Kendimi depresyona girip internetteki hesaplarını kapatıp ardından geri dönmüş garip yaratıklar gibi hissediyorum. Ama amacım “a bak koçum depresyondan çıktım” demek değil. Öyle bi’ durum da yok açıkçası. Uyku tutmadı sadece. Belirli bir sebebi yok. Aklımda bir şarkı. Ses pek de yabancı değil.
Eğer şiirlerinizin en nihanına dokunan biri varsa, uzaklaşın bence kendinizden.


Borcum varmış gibi kendimden
Gülümseme beklerken
Tren yolları boyu düşündüm
Dikimevi’nde bir köprünün altından geçer tren yolları. Göreniniz var mı bilmiyorum. Dikimevi kavşağı tam bir kavşaktır. Dört tane yol vardır ya hani, hangi yola dönsen farklı bir dünyadır. Bende ise artık bütün yolların anlamlar farklı. Birinde huzurum var, yuvam. Diğerinde özlemlerim. Diğer yolda heyecan ve en sonuncusunda ise yabancılık.  Dikimevi kavşağı, dört yolu, her neysen. İyi ki Ankara’dasın ve iyi ki ben her gün huzurumdan özlemlerime yol alıyorum senin sayende.
Eğer ömrünüzde kullandığınız bir isim diğer isimleri geçmişse, uzaklaşın bence kendinizden.

Sanki yıllardır uzaktayım ben
Özlemlerin hep sessiz, derinden
Bu duygu bana özel sanırdım. Hani lisede ailemden ayrıydım, hayatımın –şimdiye kadarki- en tutkulu aşkı hep özleyerek geçti vs derken hep yabancı ve özlem dolu bir hayatım var ve özelim diye düşünürdüm. Seneler sonra üniversitede öğrendim ki bu ergenlerin “efsane kişilik” düşüncesi. Sağlıklı olan öyle düşünmemdi evet, neyse ki görüyorum herkesin ömrüne dokunuyor bu uzaklık… Bu derinden özlemeler.
Eğer özlemlerinizin yüzeysel ve boşa giden bir duygu olduğu kanısındaysanız, uzaklaşın bence kendinizde.

Ama yalanlar görüyorum hala
Burdan bakınca şu sonsuz dünyaya
“Ayol ben hiç yalan söylemedim, aha hah!” diyen tiplere inanmam arkadaş. İnanamam. Her zaman doğruyu söyleyebilen insan, insan olamaz ki. Doğru hatırlama motoru, unutmama makinesi falan olması lazım. “Hatırladığım kadarıyla sana hiç yalan söylemedim.” derim ve söylemem… Bu basit bir güven problemidir bende. Şimdi bakıyorum şöyle geriye, aman Allah’ım! Ne yalanlar ne yalanlar! Hani en çok güvenip sırtımı yasladığım, omzunda ağladığım, göğsümde ağlamasına izin verdiğim yürekler… Aman Allah’ım! Sahiden dünya sonsuz!
Eğer söylediğiniz yalanlar duyduklarınızı geçmişse, uzaklaşın bence kendinizden.

Olsun demek de zor artık
Çocuk düşlerimiz yok artık
Esas kadın “Biz de mutsuz olalım.” deyince ilk aklıma gelen Emrah Serbes’in satırları oldu, kabul. Sonra o satırların doğurduğu duygular. Yahu hep mutlu olacak değiliz ya, biraz da şöyle ağız tadıyla ağlayalım. Dur bir bakalım mutsuzken de çekici oluyor musun/muyum? Değil mi ama? Ama bir kere mutsuzluğa alışınca geçiştirmek o kadar da kolay olmuyor, ne dersin?
Eğer inanmadığınız bir ömrü yaşıyorsanız, uzaklaşın bence kendinizden.

Erken ölümlerin ardından
Hep aynı yere dönerken
Islak sokaklar boyu düşündüm
İnsanları ömrümüze alırız, insanlara ömrümüzden yollar veririz, yıllar veririz. Bu sürece “yaşamak” diyenler de var. Sanırım onlardan biri de benim. Böyle tumturaklı cümleler kurarak derdimi anlatamadığımdan hep duygularım erken öldü. Karşımdakini de erken öldürdüm. Kalbimin cellâdı pek bi’ zalim, elinde baltası… Gezip duruyor mabedimin garip yerlerinde. Bir bakmışım, güvendiğim “dağ” ölmüş. Bir bakmışım… Başladığı yerdeyim.
Eğer birinin kaybolması gerekse ve siz kendinizi ortaya atıyorsanız, uzaklaşın bence kendinizden.

Solmuş insanların yüzünde
Gülümseme beklerken
Tren yolları boyu düşündüm
Dolmuşlarda, otobüslerde, konserlerde, derslerde… Etrafıma bakıp somurtan insanlar görünce gülüyorum. İçimden diyorum ki “Evet burda gülen biri var.” Bu bile bana yetiyor bazen, umut.
Eğer ağlama molalarında gülüyorsanız, uzaklaşın bence kendinizde.