23 Mayıs 2011 Pazartesi

Kafesin Dışından


İçime dert olmuştu aslında. Bir an önce buraya yazmak için fırsat kolluyordum deyim yerindeyse. Ancak fırsat oldu. E malum, şenlikler, konserler, gezmeler, eğlenmeler, şunlar bunlar derken ancak evin yolunu bulabiliyor insan. Şimdi "çılgın kalabalık" bir tip çiziyor olabilirim gözünüzde, öyle de kalsın o görüntü. Bozmayın. "Lankinkin" o öyle değildir.
Her neyse.
19 Mayıs Gençlik Bayramı dedik, biz de o gün bir bayram yapalım dedik. Boşa tatil değildi o gün okullar ve boşa geçmemeliydi zaman. Tabi sabah bir tanecik öğrencim sevgili U.'yu görmeye gittim. Bir saat diye gidip üç saat yanında kalmak bana sürpriz olsa da tadından yenmiyor benim bir tanecik şekerim. Onun da etkisiyle sanırım günüm sahiden bayram oldu.
U.'nun yanından ayrılınca Sevgili dostum "en şirin çikilop" kısaca EŞÇ ile vurduk kendimizi yollara. 220 numaralı otobüse ilk kez biniyordum. 339'u aldatıyormuş gibi hissetsem de canım sağ olsun dedim kendi kendime. Otobüs çok renkliydi. 339 daha bir gri sanırım.
Atatürk Orman Çiftliği'nde geçirecektik o günü. Kararımız bu yöndeydi. Yaşlı bir teyze, tam bir Ankara Hanımefendisi bize yolu tarif etti, ineceğimiz yolu söyledi. O da mutluluğumuzu arttırdı denebilir.
Çiftliğe paso gibi saçmasapan bir şeyle girmiyorsunuz. Öğrenci kimliğiniz yetiyor öğrenci sayılmanız için ki bu muhteşem. Teşekkürler çiftlik yönetimi.
Çiftliğe girdiğiniz ilk andan son ana kadar kendinizi Ankara'nın dışında, belki Türkiye'nin de dışında ve hatta abartıyorum dünyanın dışında hissediyorsunuz. Oranın sahipleri hayvanlar. (Şimdi küfür eder gibi oldu ama öyle.) Herkes gelip geçici orada. Bir hayvanlar kalıyor orada bir hayvanlar.
Kafeslere yaklaşıp baktığımda özgürlüğü elinden alınmış hüzünlü gözler gördüm ben. Kafesin camlarını kırıp önce sarılıp ağlamak ardından da onları Ankara'nın o güzel havasına bırakmak istedim. Çok istedim. Yazının başında gördüğünüz maymun kardeş (ki ben ona artık Domates Güzeli diyorum) insanların ona bakışlarından sıkılmış, içeriye insanların onu göremeyeceği bir yere kaçmıştı. Gerçi ben de insanım En Şirin Çikilop da insan. Biz de gittik karşısında onun kaçtığı yaratıklar olarak, gözüne gözüne flaşı patlattık olacak iş değildi ama oldu bir kere. Kötü ettik. Ama gördük ki hayvanlar mutsuz, depresyonda belki.
Şimdi de empati zamanı. Sizi evinizden alıp bir kafese koysalar. Sonra da bir sürü insan (ya da hayvan diyelim) gelip sizi izlese, baksa, gülse, fotoğrafınızı çekse... Ne yapardınız? Bu da bir ömür sürse. Ben oturur ağlardım, açık konuşayım.
Bu hüzünlü gerçek dışında bir maymunun En Şirin Çikilop'umu korkutması, aslanı esnerken yakalayan bir fotoğraf çekmem, birbirinden güzel renklere sahip kuşları görmem, lama mıydı unuttum şimdi-tükürecekler diye korkmam, o temiz havayı solumam... Bayram olması günün... Çok güzeldi.
Ankara'da böyle bir cennet varken, insanlar evlerinde "maaal mal" oturuyorlar ya, helal olsun! 

2 yorum:

  1. Aslında birçok zaman yapmaya çalıştığımız şey değil mi sevdiklerimiz uzaklara kaçmasın diye madden yada manevi kafeslere kapatmak...

    YanıtlaSil
  2. Sanırım aynı şey değil. Kafeslere kapatıyoruz kabul, ama zamanı gelince çıkarıyoruz. Ki bizim kafeslerimiz biraz daha az "göz önünde".

    YanıtlaSil