Merhaba okuyucu.
Karşında her zaman var olan umudundan eser olmayan bir insan var bu kez. Yavaş yavaş "hayatın gerçekleri" denen olguyu yaşayan biri var belki de. Ne kadar görürsek görelim o gerçekleri, her seferinde bir gerçek daha çıkıyor ileriki dönemeçten. Nereye kaçsan olmuyor, maruz bırakılıyorsun mutsuzluğa.
İşimdeyim, gücümdeyim.
Artık o kadar uzun süre TRT-Türk belgeselleri izleyemiyorum.
Müzik dinlemiyor. Hele ki TRT-Nağme'ye hiç vakit ayıramıyorum geceleri. Yorgunluktan sızıveriyorum çoğu zaman.
Telefonumun ekranı kırık. Dostlara bırakın aramayı bir mesaj bile atamıyorum.
Yazım kurallarını unutuyorum, çoğu öğrencimle yazım kuralları çalışabiliyor olmama rağmen.
Kendime ve mesleğime olan güvenim, tuhaf tuhaf insanların bunu sorgulaması sonucu sarsılıyor. Bu güvensizlik duygusu geleceğe dair planlarımı olumsuz yönde etkiliyor. Olsun diyorum, geçecek.
Sonra bir gün Değerlim güzel bir yapım şirketinde işe başlıyor. İstanbul'da. On yedi saat setlerde kalıyor, kimi setler otuz altı saat sürüyor. Konuşmayı geçtim bir mesaj bile gelmiyor saatlerce. Karşılığını alamıyor. Yoruluyor ve belki de hasta oluyor... Sonuç bir boşluk.
Olsun diyoruz. O da halledecek. Herkes bu yollardan geçti. Nuri Bilge yata yata Nuri Bilge olmadı diyorum. Ya da Ah Muhsin Ünlü hiç mi bir sette yorgunluktan ağlamadı? Ne bileyim! Bir başkası hiç mi sevgilisini arayamadığına yanıp başka bir iş düşünmedi? Belki de cemaatçi olmadığına yanmadı...
Hobilerimi unutuyorum. Üniversite başında çok ihmal edip sonlarına doğru tamamen vazgeçtiğim karalamalarımla artık hiç görüşmüyoruz. Kalemi sadece Değerlime mektup yazıp ağlamak için elime alıyorum.
Her gün altıda kalkıyorum. Güya daha sağlıklıyım ancak ruhen gelmeyen dinginlik hayatın rutinine bir "bokluk" hissi katıyor.
Ağzım bozulmuyor ama korkmayın.
Sadece çıkıverdi öyle.
Öğretmen oldum. Öğrencilerim var. Öğretmenler odasında dolabım, kendi sınıfım, servisim, yemeğim, toplumun bakış açısı ve diğer çoğu mesleğe göre dolgun bir maaşım...
Peki benim boş vakitlerim?
Benim huzurum?
Benim umudum?
Benim özel hayatm?
Benim evliliğim?
Evliliğe kalana dek! Düzenli bir iş, askerlik, para, para, para, zaman, zaman, zaman, zaman...
Bütün bunlar gerekli.
Anneannem yok. Esra yok. Onlar için dua etmenin tadını dahi özledim her an dua etmeme rağmen.
Ne tuhaf.
Yeni iller gezmeyi özledim.
Seneye yazın evlenemezsek ki artık bu gün gibi ortada, bir yurt dışı gezisine gidelim diyorum. Kafam dağılsın. Sonra kaldığın yerden devam.
Eğer bir gün zengin olursak ev hanımı bile olabilirim. İki üniversite bitirmiş, dolgun puanlar almış bir ev hanımı... Bence çocuklarımı büyütmeye hak kazandım bile. Her ne kadar ÖYP tercihi yapmamış, özel sektörede olabilecek en son yere gitmiş ve sevdiğinden ayrı düşsem de buna hak kazanmış olmalıyım.
Çeyiz "düzüyorum" şimdi. Düzmek de ne kötü kelime!
Onlarla ilgilenmek kafa dağıtıyor.
En azından gelecekteki evimize dair bir şeyler yapmak sevdiğime daha yakın olmamı ve özlemek uğruna ağlamamamı sağlıyor.
Öğrenci olmak güzeldi. Çok güzeldi.
Çalışan olmak da sadece ayın birinde güzel. İkisinde yine tekrar öğrenciliği hatırlıyor insan.
Yok, durumdan şikayetçi değilim.
Tek üzüntüm İstanbul'a gidip kendi yuvamda sevdiğim adama çorba pişirememek. Hepsi bu.
Vakit nereye kadar geçecek bilmiyorum. Belki de bu yazıyı yayınladıktan iki saniye sonra ya da on sene sonra öleceğim. Bütün bunlar yalan olacak. Kim bilir.
Babaannem geliyor.
Değerlim İstanbul'da.
Dünya paraya doymuyor, insanlar da.
Bir benlik var ki insanlar...
Peyami Safa üstadıma saygı duymamak, katılmamak... Yalnızız.
(Bir maviliğin kuytuluğunda)
Ha bir de!
Yılbaşında nerdesin?
Müthişsiniz.. harika zaman gçiriyorsunuz, sakın şikayetçi olmayın... insanlar boş boş gezerken sizin dopdolu bir yaşamınız var ama bu yoğun temponun içerisinde kendinize ufacıkta olsa belgesel izleme zamanı bırakın.. :) Çok sevindim sizin adınıza.. :) Allah'a emanet olun..
YanıtlaSilBir açıdan bakınca haklısınız.
SilBiz de aynı şeyleri düşünmeye çalışıyoruz ama işte benim birkaç saat önce bunlaır yazarken yaşadığım buhran anları çekilmiyor.
Güzel dileklerim sizinle :)