Uzun zamandır Kızılay'a inmiyordum. İnmek mi dedim? Her neyse!
Kızılay'da alışveriş yapmayı, gezmeyi zaten sevmem. Hele ki yanımda Değerlim olmadan hiç sevmem. Bugün de annem ve teyzemle bana gömlek ve elbise dikmek üzere alacağımız kumaşları almaya gittik. Gittiğimiz yerler aslında tahmin edilebilir mekanlar.
Gitmez olaydık!
Herkesin suratı beş karış!
Kolay gelsin diyorsun, karşılık verilmiyor. Gülümseyerek esprili bir alışveriş olsun istiyorsun, buz gibi bir surat...
Anlıyorum. Günlerce kimlerle karşılaşıyorlar ama ben gayet olumlu ve pozitif yaklaşırken bu soğukluk da nesi? İşleri kötü, ondan böyle desem... Yok. Ben gittiğimde gayet de işlek bir
yer olduğunu seçebiliyordum, düşünün ben bile fark edebiliyorsam...
Hele bir düğme almaya gittiğimiz "Erdoğan Düğme"de olanları duysanız... Adamcağız, yaşlı başlı amca bizi o kadar beklettiği yetmezmiş gibi bir de azarlıyor. Gayet safiyane ve bu işleri bilmeyen bir insan olarak sorduğum sorunun cevabının bir azar olması... Öyle kızdım ki! Aldım kumaşlarımı çıktım oradan. Yaşından başından utanmadan kendi yaşının yarısındaki bir insanı herkesin için saygısızca azarlayan bir esnaf? Tuhaf.
Esnafların kaygılarını, yaşamlarını ve sorumluluklarını tahmin edebiliyorum. Ancak aylar sonra gördüğüm bu berbat manzara beni çok korkuttu. Esnafların suratında satılan sirke bizim sofralarımızda zehir oluyor. Bu zehir kültürümüzün de ağzına tükürüyor.
Kaygım büyük. Bilmem anlatabildim mi?!
29 Mart 2013 Cuma
24 Mart 2013 Pazar
Romen dostum Panait'in dostu Mihail.
Panait Istrati okuduğumu anlatmıştım bir önceki yazımda. Geçen perşembe gecesi kitap bitti, kavga bitmedi.
Ben ne iyi kitaplar seçiyorum bu sıralar. Sevgili Panait ile de tanışmış olmak beni mutlu etti, anlayacağınız gibi.
Alabileceğim, rast gelebileceğim en güzel kitabını bulmuşum: Arkadaş. Nam-ı diğer Mihail.
Sevgili Panait'in dünya edebiyatındaki ve yaşamındaki en büyük kavgası dostluğa dairmiş. Varlık yayınlarında Yaşar Nabi Nayır'ın çevirisinde gözüme çarpan da buydu benim. Çoğu kitabında hatta bütün kitaplarında dostluktan söz açmış, anlatmış da anlatmış. Her şeyin üzerinde olan bir Mihail olmalı diyor, bir dost...
Ben de bunun kavgasını bol bol yazmıyor muyum? İşte buradan yakaladı beni. Ah Panait!
Yaşamının hareketliliği, yazdıkları ve düşündükleri ve kitapları ile tanışılması gereken ve bir set halinde sahip olunması gereken bir "ruh".
Artık Hagi'den sonra Romen bir dostum daha var. Yaşıyor. Artık benim evimde yaşıyor. Başka nerelerde yaşanıyordu, kim daha önce yaşatmaya başlamıştı bilemem ama bizim eve yeni geldi hem Mihail hem de Panait.
Kitaptaki en çarpıcı kelime: "Kadınların erdemi hep bir ama'ya kadardır."dı benim için. Çarpıcı geldi.
Her erkek yazarda olan kadınları nesneleştirme var gibi biraz ama ben çok önyargılı olmak istemiyorum ilk kitaptan. Bundan pek emin değilim. Sezinledim desem daha iyi olacak. Ölmüşün arkasından konuşulmaz dostum!
Dili, belki de çeviriden kaynaklanan bir çekicilikteydi. Ancak kitap sanki aceleye getirilmiş bir bitiş yaşadı gibi. Bitmesini istemediğimden bana ani gelen bir bitiş oldu belki de. O güzelim kitap bu kadar aceleye getirilmiş bir bitiş hak etmiyordu gibi geldi bana. Okuyunca fikirlerinizi benimle paylaşırsınız artık.
Ben Panait'i ve Mihail'i herkesle, daha doğrusu dostlarla tanıştırmak çok istiyorum. Artık doğumgünlerinin ya da yıldönümlerinin hediyeleri hazır, buradan herkese duyurula!
Mihail'in temsil ettiği dostluk kavramı biraz da bizim "tasavvuf"umuza göz kırpıyor gibi.
...
Çok farklı şeyler düşünmekten kopuk kopuk oldu yazım sanırım. Kitap düşünüdürmüyor ki, kafa karıştırıyor!
Olsun.
Alın kitabı, okuyun, parçaları siz birleştirin.
İyi okumalar.
17 Mart 2013 Pazar
Baharın Gelmesi Üzerine Felsefik Konuşmalar ya da BGÜFK
Bahsetmek istediğim bir ton güzel konum varken bu başlık neden?! Bilmem!
...
Lykke Li ile henüz tanıştım ve de onu tuhaf bir yerde yaşatmaya ve ölümsüz kılmaya karar verdim. Hem de tek başıma verdim bu kararı. Hani nikah salonlarına ya da düğünlerde düğün salona "genç çift" girerken bir müzik çalar... Genelde bu zaferi kazanmanın verdiği coşkuyu anlatan bir müzik kıvamında olur... Bizim o "zafer" müziğimiz bu şarkı olacak. Kendimce bu şarkıyı böyle ödüllendirmeye karar verdim. Klip de ayrı bir güzellik. Eğer benim sevdiceğim bir klip çekecek olsaydı (Benim kafamdakı yani, ondaki değil.) o klip böyle bir şey olurdu. Güzel olurdu. Güzel de olmuş zaten.
Kar... Siyahlar içinde ve topuklu bir ayakkabı ile bir kadın... Çoğu kişiye göre yakışıklı olmayan bir adam... Merhametli bir "buse"... Ve adamla kadının güzelleşmesi... Son bir bakış ki tam rüyaya girmelik!
Lykee Li senelerdir siz tarafından tanınıyordu belki, bilmiyorum. Ancak ben henüz tanışmama rağmen bu denli samimi oldum. "Keke"ler listesinde hızla yükseliyor.
...
Geçen gün bir kitabevinde karşılaştığım ve sebepsiz yere almaya karar verdiğim, daha doğrusu tanışmaya karar verdiğim, yazar Panait Istrati ile tanışmamız harika gidiyor. "Arkadaş" adlı romanla başlamak doğru bir seçim olmuş sanırım.
Belki de Yaşar Nabi Nayır'ın çevirisini de yabana atmamak gerek. Sevgili Panait'in üslubuna diyecek yok zaten, çeviri kötü olunca yitip giden bir kitap olmaması bence beni şanslı kılıyor. Güzel çeviri, güzel dil, Varlık yayınları, 97 basımı ve sarı yapralar...
Kitapla ilgili değil de yazarı ile ilgili konuşmak istiyorum. Konuşamıyorum
Romen bir yazar ile henüz tanışmamıştım. Güzel bir deneyim oldu. Oralardan kopup gelen bir roman okumak da farklı bir deneyim olacak.
Uzattım.
Kitap bitince ona ayrı bir yazı ayırmak istiyorum.
...
Hevi ve Samim'e dair...
Hevi ve Samim benim biricik balıklarım, biliyorsunuz.
Bugün annemle konuşurken onların yaşam alanları ve onları buraya hapsetmemin doğruluğu ile ilgili de konuştuk. Annem haklı. Kocaman bir denizde yaşayabilme ihtimalleri varken... Ve zaten ben "petshop" denen yerlerden hayvan almaya karşıyken onların burada olması...
Tamam. Onlar benle artık dost oldu, kaç ay geçti odama misafir olalı ama onlar bunu istediler mi?
İşte bu nedenle sevdiceğimle karar verdik. İlerde evimize hayvan almak yerine hayvanların yaşam alanlarının korunmasına dair çalışmalara katılarak daha mantıklı işler yapmış olacağız. Bu daha erdemli bir hareket gibi geldi bize. Farklı bir fikri olan yazarsa çok seviniriz.
Hevi ve Samim. Şu an yanımda birbirinizin kuyruklarını ısırmakla meşgulsünüz, oynaşıyorsunuz. Belki burada sizden bahsettiğimden bile haberiniz yok. Ancak sizden, yaşamınızdan özür dilerim. Bitmek üzere olan ömrünüzün en güzel şekilde geçmesi için elimden geleni yapmak dışında başka bir şey gelmiyor aklıma. Kendimi suçlu ve bencil hissediyorum.
Siz ilk ve son olacaksınız, ömrüne el koyduğum canlılardan. (Değerlim hariç.)
Dostlarım.
10 Mart 2013 Pazar
Merhaba bu ayki konumuz özveri.
Bilir misiniz ne demek olduğunu?
Hem öz hem veri kelimesi birbirine ne kadar uymaz ve ters ise bu kelime de bize, size, onlara o kadar ters.
Özverinin kelime anlamı... Durun bir saniye şu an derste değilim. (Dersten sonra arta kalan sadece sesimin yüksek olması, olarak kalmalı. Bu sıralar yüksek sesimden herkes şikayetçi.)
Okulda öğrencilerimle, evde ailemle, sokakta insanlarla, serviste GATA çalışanlarıyla, kalbimde sevdiğimle, yanımda arkadaşlarımla, hayatımda tanıdıklarımla bu sıra çok sorgular oldum bu "özveriş" eylemini.
Kimi insan özverinin bir sınırı olacağını ve bu sınırın kişiye göre değişeceğini düşünüyor. Özveri göreceli bir şeydir evet ancak kişiye göre değişmesi ne ayak?!
Henüz kavuştuğum masumiyete dair sorunsallarımı, henüz sona erdirmişken şimdi bir de bu özveri çıktı. Kim, kime, ne kadar, ne veriyor?! Ayrıca bundan kime ne?!
Yazının burasında tıkandım...
...
Kadın olmanın yaratılışına aykırı olduğunu düşünen bir insan erkek olmaya karar verebilir. Bu konuda herhangi bir özveri yok. Ancak onu anlamak, anlamıyor olsak bile saygısızca eleştirmemek ve kendimizi bunu anlamaya zorlamak kısmen de olsa bir insanlık özverisidir. Karşımızdakini üzmemek için attığımız her adım bir özveridir. Ama yok! Herkes felsefeci! Herkes bilgin! Herkes bir b.k! Konuşun anam!
...
Bilen bilir. Ben sevdiklerime hediylerini gidip marka mağazalardan alıp marka mağazaların hediye torbalarını koydurup, değiştirme kartıyla beraber markalı markalı vermem. Veremem. Bak, sen bu kadarlıksın dostum! demektir bu. Başka ne olabilir?! Benim için hediye el yapımıdır, göznurudur ve anlamlıdır, pahalı değil. Tabi bunun anlaşılmasını beklemek "özalım" olur artık. Ancak benim için sevdiklerine aylarca uğraşıp, miyop gözlerini mahvede mahvede hazırladığın hediyeler birer özveridir. Bir özveriden daha değerli bir hediye var mıdır? Sana özümü veriyorum. Bir derece ilerleyen gözlerimi veriyorum. Sana yetmiş dokuz saatimi veriyorum ömrümden. Sana; harcadığım bilmem kaç bin kalori enerji veriyorum. Özümü veriyor. Daha değerli değil mi?
Tabi kişisine göre değişir.
...
Ve tabi bir de diğerlerinin özverisine burnunu sokanlar...
Günümüzde yardım, yataklık, işbirliği... Bütün bunlar farklı açılardan çok güzel değerlendirilebiliyor. Birine iyilik yapıyorsan sonrasını düşünür müsün? Bu yaptığın iyilik için sonra pişman olmayı hesaba katar mısın? Hesaba katarsan bu iyilik olur mu?
Yaptığın iyiliği unutacaksın ki ruhun yeni iyiliklere, hadi yazımızın konusu gereği yeni özverilere hazırlansın.
Ay ben ona bu özümü vermiştim bak şimdi o gitti, tüh ben ne yapacağım şimdi'lerle hayatı geçirirsen her durakta bir öz bırakırsın ve özünden geriye hiçbir şey kalmaz.
Bak yirmi üçüme merdiven dayadım, biliyorum bunları.
Bütün bunları düşünürken dışarıdan kurulan "Ama yok! Herkes felsefeci! Herkes bilgin! Herkes bir b.k! Konuşun anam!"ın cümlelerini dinleyin bir de! Aman Allah'ım! Ben neymişim diyor insan!
Oysaki öz seninse karar da senin olmalı, değil mi?
Ama öyle bir öz ki, herkes söz sahibi sanıyor kendini.
...
Bir de tabi ülkemizde artık tuhaflaşan ve her ortamda gözlemlediğim gelişme...
Öğretmenler odasında "Hak etmiş. Su testisi su yolunda..." gibi cümlelerle karşılanan ölümler... Yaşlı başlı büyüklerin kahkahalarla haber verdiği ölümler... Beyinsiz faşits bir öküzün ölüm karşısında "Ermeniymiş zaten. İyi olmuş." diyebilmesi.
Bir "öz" gidiyor, yitiyor. Artık sana verecek cevabı, senle savaşabilecek gücü yok. Allah'ın karşısında o artık. Dünyası yok. Sen tutuyorsun bu ölüme, gidişe... Kafana tüküreyim!
Kürtler ve Ermeniler güzel ölür, Türkler ölünce ya şehit olur ya da simge. Öyle mi? Türkler diye küçültmeyeyim gurubu. Senden olanlar diyeyim sen daha iyi anlarsın.
...
Sertleşiyor mu yazım?!
Bitirme vakti o halde.
...
Bilgilendirme:
Gelecekteki Evime Dair adlı blog artık yok. Çünkü tavsiye verme amaçlı yazdığım yazılar artık baktım ki özel hayatımı deşifre ettiğim bir ton karalama halini aldı. Biliyorsunuz ki bu konuda biraz ketumum, takip eden var mıydı bilemem, ancak bu kararıma saygı duyacağınızı düşünüyorum. Özümü bu kadar vermek olmazdı değil mi?
Anlayışınız için teşekkür ederim. Zaten piyasada bir ton böyle site varmış. Bana da pek gerek yokmuş. Biz "Kartpostal Koleksiyonumuz"a devam edelim, o bize yeter.
...
Yani neymiş?
Özünüzü düşünmeden verin. Boşa gitmiş gitmemiş... Bunun bir önemi yok. Özünüzün turşusunu kurduğunuzda, yaşlılıkta bunlar suratınızı turşu kıvamına getirir. Turşu suratlı olursunuz. (Çocuklarıma verdiğim örnekler gibi oldu bu da.)
Ki günümüzdeki en zor bulunan özellik özverili insan olabilmek değil midir?
...
Haydi bakalım. Masumiyet diye bağıran Nihan gitti, özveri diye bağıran Nihan geldi. Hem de sesi artık daha yüksek, öğretmenlik mesleğinin insan üzerindeki olumsuz etkisi...
Sevgiler.
Hem öz hem veri kelimesi birbirine ne kadar uymaz ve ters ise bu kelime de bize, size, onlara o kadar ters.
Özverinin kelime anlamı... Durun bir saniye şu an derste değilim. (Dersten sonra arta kalan sadece sesimin yüksek olması, olarak kalmalı. Bu sıralar yüksek sesimden herkes şikayetçi.)
Okulda öğrencilerimle, evde ailemle, sokakta insanlarla, serviste GATA çalışanlarıyla, kalbimde sevdiğimle, yanımda arkadaşlarımla, hayatımda tanıdıklarımla bu sıra çok sorgular oldum bu "özveriş" eylemini.
Kimi insan özverinin bir sınırı olacağını ve bu sınırın kişiye göre değişeceğini düşünüyor. Özveri göreceli bir şeydir evet ancak kişiye göre değişmesi ne ayak?!
Henüz kavuştuğum masumiyete dair sorunsallarımı, henüz sona erdirmişken şimdi bir de bu özveri çıktı. Kim, kime, ne kadar, ne veriyor?! Ayrıca bundan kime ne?!
Yazının burasında tıkandım...
...
Kadın olmanın yaratılışına aykırı olduğunu düşünen bir insan erkek olmaya karar verebilir. Bu konuda herhangi bir özveri yok. Ancak onu anlamak, anlamıyor olsak bile saygısızca eleştirmemek ve kendimizi bunu anlamaya zorlamak kısmen de olsa bir insanlık özverisidir. Karşımızdakini üzmemek için attığımız her adım bir özveridir. Ama yok! Herkes felsefeci! Herkes bilgin! Herkes bir b.k! Konuşun anam!
...
Bilen bilir. Ben sevdiklerime hediylerini gidip marka mağazalardan alıp marka mağazaların hediye torbalarını koydurup, değiştirme kartıyla beraber markalı markalı vermem. Veremem. Bak, sen bu kadarlıksın dostum! demektir bu. Başka ne olabilir?! Benim için hediye el yapımıdır, göznurudur ve anlamlıdır, pahalı değil. Tabi bunun anlaşılmasını beklemek "özalım" olur artık. Ancak benim için sevdiklerine aylarca uğraşıp, miyop gözlerini mahvede mahvede hazırladığın hediyeler birer özveridir. Bir özveriden daha değerli bir hediye var mıdır? Sana özümü veriyorum. Bir derece ilerleyen gözlerimi veriyorum. Sana yetmiş dokuz saatimi veriyorum ömrümden. Sana; harcadığım bilmem kaç bin kalori enerji veriyorum. Özümü veriyor. Daha değerli değil mi?
Tabi kişisine göre değişir.
...
Ve tabi bir de diğerlerinin özverisine burnunu sokanlar...
Günümüzde yardım, yataklık, işbirliği... Bütün bunlar farklı açılardan çok güzel değerlendirilebiliyor. Birine iyilik yapıyorsan sonrasını düşünür müsün? Bu yaptığın iyilik için sonra pişman olmayı hesaba katar mısın? Hesaba katarsan bu iyilik olur mu?
Yaptığın iyiliği unutacaksın ki ruhun yeni iyiliklere, hadi yazımızın konusu gereği yeni özverilere hazırlansın.
Ay ben ona bu özümü vermiştim bak şimdi o gitti, tüh ben ne yapacağım şimdi'lerle hayatı geçirirsen her durakta bir öz bırakırsın ve özünden geriye hiçbir şey kalmaz.
Bak yirmi üçüme merdiven dayadım, biliyorum bunları.
Bütün bunları düşünürken dışarıdan kurulan "Ama yok! Herkes felsefeci! Herkes bilgin! Herkes bir b.k! Konuşun anam!"ın cümlelerini dinleyin bir de! Aman Allah'ım! Ben neymişim diyor insan!
Oysaki öz seninse karar da senin olmalı, değil mi?
Ama öyle bir öz ki, herkes söz sahibi sanıyor kendini.
...
Bir de tabi ülkemizde artık tuhaflaşan ve her ortamda gözlemlediğim gelişme...
Öğretmenler odasında "Hak etmiş. Su testisi su yolunda..." gibi cümlelerle karşılanan ölümler... Yaşlı başlı büyüklerin kahkahalarla haber verdiği ölümler... Beyinsiz faşits bir öküzün ölüm karşısında "Ermeniymiş zaten. İyi olmuş." diyebilmesi.
Bir "öz" gidiyor, yitiyor. Artık sana verecek cevabı, senle savaşabilecek gücü yok. Allah'ın karşısında o artık. Dünyası yok. Sen tutuyorsun bu ölüme, gidişe... Kafana tüküreyim!
Kürtler ve Ermeniler güzel ölür, Türkler ölünce ya şehit olur ya da simge. Öyle mi? Türkler diye küçültmeyeyim gurubu. Senden olanlar diyeyim sen daha iyi anlarsın.
...
Sertleşiyor mu yazım?!
Bitirme vakti o halde.
...
Bilgilendirme:
Gelecekteki Evime Dair adlı blog artık yok. Çünkü tavsiye verme amaçlı yazdığım yazılar artık baktım ki özel hayatımı deşifre ettiğim bir ton karalama halini aldı. Biliyorsunuz ki bu konuda biraz ketumum, takip eden var mıydı bilemem, ancak bu kararıma saygı duyacağınızı düşünüyorum. Özümü bu kadar vermek olmazdı değil mi?
Anlayışınız için teşekkür ederim. Zaten piyasada bir ton böyle site varmış. Bana da pek gerek yokmuş. Biz "Kartpostal Koleksiyonumuz"a devam edelim, o bize yeter.
...
Yani neymiş?
Özünüzü düşünmeden verin. Boşa gitmiş gitmemiş... Bunun bir önemi yok. Özünüzün turşusunu kurduğunuzda, yaşlılıkta bunlar suratınızı turşu kıvamına getirir. Turşu suratlı olursunuz. (Çocuklarıma verdiğim örnekler gibi oldu bu da.)
Ki günümüzdeki en zor bulunan özellik özverili insan olabilmek değil midir?
...
Haydi bakalım. Masumiyet diye bağıran Nihan gitti, özveri diye bağıran Nihan geldi. Hem de sesi artık daha yüksek, öğretmenlik mesleğinin insan üzerindeki olumsuz etkisi...
Sevgiler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)