16 Kasım 2014 Pazar

Tiyatro ya da Cyrano: Küçük bir aşk hikayesi.

Daha önce bu konuyla ilgili yazı yazmamış olmam ne kadar utanç verici!
...
Son birkaç gündür tiyatro ile sinemayı karşılaştırıp hangisinden daha çok mutluluk duyduğumu anlamaya çalışıyorum.
Olmuyor.
Sinema, oldukça mekanik ve soğuk olabilir ancak tiyatroda uygulanması zor olan çoğu şey bir kamera ile çok kolay. Tiyatro sıcağı sıcağına ve muhteşem bir deneyim, sinemanın uzaklığını yakınlaştırıyor.
Seçim yapamıyorum.
Ancak bu yazı ne tiyatroya ne de sinemaya saygısızlık niteliğinde olacak. Her ikisinin önünde de büyük bir saygı ile eğiliyorum. Sanat dallarını karşılaştırmak kadar cahilce bir durum olamaz, hepsinin yeri ayrıdır; ancak hangisinden daha fazla haz aldığımı bulamıyorum.
Geçelim bu konuyu.
Tiyatro denilince de dört beş asır öncesinden bize seslenen oyunlar geliyor aklıma. Daha mutlu oluyorum böyle oyunlarla. Hele ki devleşen oyuncuları izleyip mest olmak beni benden alıyor.
Bu tutkum Cyrano de Bergerac ile başladı. Sanırım nirvanadan başladım ve orada kaldım. Hiçbir yazara saygısızlık etmek istemem ancak Cyrano her şeyiyle bana ve benim bakış açıma hitap eden bir oyundu. Tiyatroya ve yine tiyatroya aşık olmamın ilk sebebi belki de o oyundu.

Tabi izlediğim oyunda Devlet Tiyatroları oyuncusu Durukan Ordu'nun muhteşem performansı da önemli yer tutuyordu. (Fotoğrafı internetten buldum, Larien'e sevgiler.)


Ve bu hafta Macbeth'i izleme şansı buldum. Muhteşem bir oyundu tabi, Shakespeare'e söz yok. Sevgiler ve de saygılar. Pelin Çeken'in performansı benim gözlerimi bol bol doyurdu, harika bir tiyatro şöleni oldu benim için. Bir boş gününüzde gidiniz derim.





Ancak ben yine Cyrano'dan vazgeçemiyorum.



1 yorum:

  1. Sirano,Sirano, mon amur :)
    Yahu tiyatroya bi ben ısınamadım galiba :)

    YanıtlaSil