Şimdi çoğu çöpte.
Yine de eskide kalanları, daha önceki yaşları, güzellikleri, yanlışları, geçmişte umut olup şimdi hayatımın sıradanı olanları görmek tuhaf bir duygu.
Bu "tuhaf" kelimesini, "kötü" kelimesini kullanmamak için kullandığımı fark ettim. Tuhaf diyorsam işin içinde bir kötülük varmış, yeni gördüm.
Her neyse.
...
Konu kutudan çıkanlar.
Şimdiki hayatımın telaşına öyle bir dalmışım ki sevgilimle sevgili olmayı yaşamayı unutmamız gibi ben de kendimde kendim olmayı yaşamayı unutmuşum. Gelişme acı bir gelişme olmuş.
İlkokulda daha çok yazı yazan, şimdi küçümsediğim yazılar bile olsa daha çok şey paylaşan biri varken lisede ve hele ki üniversitede bu oldukça azalmış. Yeni dönemde bu blog dışında yazdığım, karaladığım hiçbir şey yok. Susuyormuşum gittikçe.
Dostlardan kalan mektuplar var sonra. Hayatımın bir köşesinde asılı kalmış, "Badem Dalına Asılı Bebekler" gibi duran, bademin köklerine karışmış ve yok olmuş, karakterime tat bırakmış olanları ve anısı bile kalmayacak şekilde unuttuklarım... Ve tabi şimdi yanı başımda olanlar.
İsimsiz bir mektupta "Çekap yapalım. Öyle güçlü olalım süper kahramanlar gibi falan" yazan bir yazı gördüm. Biz ne çeliklere su verdik o yazıdan sonra... Kimlerle aynı çeliğe ortak olduk, kimlerin çeliklerini ellerine tutuşturduk. Hey gidi! İnsan şaşırıyor. Bu kelimeleri yazan nerede, kiminle, ne yapıyor... Sormanın yararı yok. Giden gidiyor. "Yarım kalan havada kalıyor" hepsi bu. Keşke mektubu kimden aldığımı not alsaymışım.
...
Sonra bir de özene bezene sakladığım ama anlamını unuttuğum hatıralar. Atsan atılmaz atmasan bir anlamı kalmamış... Anılara ayıp olmuş...
Büyümüşüm. Ama keşke yine de o mektupları okumasaymışım, hatıralara dokunmasaymışım bugün. Güzel bir pazar şimdi sevdiğimin sınav telaşında değil de Amasya'da, Sulakyurt'ta geçecek.
Oysaki güzel şeyler var.
Sevdiğim dizimin dibine geliyor. Aynı apartmanda yaşamak ne demek öğreneceğiz artık, beraber Digitürk alacağız, ilk kez sahiden beraber olacağız, diz dibi. İş de tamam gibi. Daha ne olsun.
İşte geçmişin gölgesi! Def ol!
...
Sonra bir de yazılarıma anlam yüklemeyi başardım. Kim için, neden yazıyordum diye soruyordum. Kendim için ve haz almak için yazdığımı buldum. Çoğu yazım hiç kontrol edilmeden yayınlanıyor, sansür almadan, içimden... Kimin okuduğu, ne yorum yapacağı pek ilgilendirmiyor. Bir gün kitapları herkesçe okunan biri de olmak istemiyorum. Bu kadarı bana yetiyor. Sadece küçücük bir yazının on sene sonra okunduğunda neler hissettirdiğini artık anlayabileceğim bir yaştayım.
...
Her neyse.
Gelelim tekrar yazının konusuna.
Geçip giden zamanları bir yerlerde bulmak gibi bir hevesim yok. Sevdiğimle kurduğumuz bu şirin hayat olmak istediğim nokta ama işte...
Dostum dediğin senden habersiz evlenince insan sorguluyor zaman bizden ne aldı diye. Benden alabilir, ondan alabilir ama bizden hiçbir şey alamaz zaman, demeliydik. Kimileri için öyle olmuyor işte.
Eğer kalbinde "biz" diye bir şey varsa ona hiçbir şey olmuyor. Bana, sana bir şey olsa da, biz sapasağlam duruyor. Bir yamuk ile de her şey bitiveriyor.
Ruhuna dualar.
...
Bir de şunu düşündüm.
Ben hatıraları biriktirip herkesi ölümsüz kılıyorum bir şekilde. Çoğu mektupta yazan ince düşünme özelliğim de belki de bundan geliyor. Geçmişim hep o kutuda. Bunu bile bile yaşıyorum. Ama bir çakmakla da gidiveriyor işte. Hepsi bu kadar.
...
YanıtlaSilBen şimdi bu üç noktaya istediğim her şeyi sığdırabilirim, sanırım.
SilSöyleyecek şey bırakmamışsın ki:)Söyleyebileceğim her şey yazının bir yerinde mevcut :)
Sil