Merhaba millet.
Türkiye'de görmediğim illerin sayısı gittikçe azalırken gelecektiki evimizin buzdolabına yapıştıracağımız "buzdolabı yapıştırmaları"nın sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu tuhaf bir his.
...
Size buz gibi terasımızdan sesleniyorum. Son bir haftadır hasretiyle yanıp tutuştuğum muhteşem bir yerden... Değil Ankara'da, Türkiye'de böylesi serin ve de "üşüttürücü" yerler bulmanın zor olduğuna karar verdim son bir haftadır (2).
Kalın kalın giyinip size bunları yaz ortasından yazıyor olmak müthiş.
...
Çayım da ince belli bardakta. Artık böyle içiyorum. Daha lezzetli ve bana özgü oluyor.
Bir de kahvede çay içmenin adabı varmış. Çay tabağına değil masaya koyarmışsın çayı içerken. Yaa! N'aber? Bunlar hep entelektüel gaaave bilgileri!
...
Konya yazısı olacaktı bu aslında. Şimdi oluyor.
= KONYA =
İlkokuldaki defterlerime selam olsun.
Ani bir kararla geçtiğimiz pazar günü saat 16.00 otobüsü ile Kontur firmasını tercih ederekten düştük yollara. Hızlı tren kalacağımız eve çok uzakta diye, öğrenci kafası, iki saat daha fazla sürdürerek yolu otobüsle gittik. Hızlı tren hem daha hızlı hem daha ucuz diyordum ama öyle olmuyormuş işte.
Neymiş? Hılzı treni yapıyorsan adam gibi yere garını koyacaksın!
Pazartesi günü düştük yollara.
Konya aslında diğer sıradan Anadolu şehirleri gibi, yani insanları açısından. Aynı uzak ve uzaklaştırıcı bakışlar. Sıcağı da tam sıcak.
Her yeni il ziyaretinde yanıma aldığım küçük bir kağıtta gezilecek yerler, yenecek yemekler ve alınacak eşyaların listesi vardır. Bu listede yer alan ve sadece dolmuşla yanından geçtiğim Selimiye Camii'nin ancak böyle fotoğrafını çekebildim:
Mevlana ve Şems'in türbelerini ziyarete gideceğimizden ortama uygun giyinmek gerektiği uyarısını aldık. Ben en güzel "tesettür" kreasyonumdan bir parça seçtim. Aklınızda bulunsun. Bence mühim bir ayrıntı.
Mevlana'nın türbesine gitmek için birçok seçenek var. Biz Bosna'dan girek dolmuşla geçtik. Tramvay seçeneği de varmış.
Mevlana'nın türbesi, üzerine yazılan onca kitap ve kendisine ait eserlerin okunmasının ardından ziyareti en anlamlı olan yerlerden biri bence. Bilgilerle, orada yaşanan öykülerle dolu dolu gitmek bir başka oluyor tabi.
Onca büyük beklentilerin ardından Mevlana'nın kabrinin bulunduğu "odaya" girince tuhaf bir duygu oluştu içimde. İçeride onlarca kabir varken insanların o rahatlığı, o gürültüsü... İnsan oradaki ölümü, kavuşmayı, aşkı, edebiyatı... Hiçbir şeyi yaşayamıyor ki!
Ancak diğer bölümlerdeki müzeler.; kullanılan eşyaların, seneler öncesinden kalma eserlerin sergilenmesi aslında çok uzak sandığımız yedi sekiz yüzyıl önce yaşananların aslında çok da uzaklarda olmadığını bize gösteriyor.
Ayrıca Hazreti Muhammed'in (Peygamberimize salad ve selam olsun.) sakalının bulunduğu yerin yarattığı duygu bambaşkaydı. Çok uzaklardaymış gibi görünen yüzyıllar dedim ya... İnandığım dini anlatan kişiden kalan bir parçanın dahi yakınında olmak... Kendime yetecek kadar dini inancım var ve bu inanca dayanarak oradaki o yakınlık beni mest etti. Tavsiye ederim. Bir de Hac'ı düşünün siz. Vay lele!
Mevlana'nın kabrinin çıkışında küçük küçük odalarda orada yaşamış dervişlerin eşyalarının, o dönemin aydınlarının yazdığı eserlerin sergilendiği bir bölüm var. Bu odalarda balmumu heykeller dönemi gözler önüne sermek adına muhteşem bir fırsat sunuyor bence bu kültürü bilmeyen insanlara.
Hele ki bir dervişi öyle bir canlandırmışlar ki... Gözgöze gelme hissi sizi on yedinci yüzyıla dek alıp götürüyor.
Mevlana'dan çıktıktan sonra yakınlarda Şehitlik'e gidecektik ancak saat beşi geçtiğinden kapanmıştı. Şehitlik'e dair pek fazla bilgi edinemesem de Kore Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi birçok savaşta hayatını kaybeden şehitlerin anısına saygı için yapılan bir anıt olduğunu öğrendim. İnternetten gördüğüm kadarıyla görülmesi gereken yerlerden biri. (Kişisel kurallar gereği internetten gezi yazılarıma fotoğraf eklemiyorum. kendi çektiklerim daha lezzetli geliyor.)
Bu fotoğrafı ben çekmedim ama ben çekmiş kadar olacağım biri çekti. Şehitlik'in dışından bir görüntü:
Şehitlik'te mola verirken kutusunu üç liradan aldığımız ve sondan ikinci bursumuzu fazla sarsmayan ve Konya sarması olarak nitelendirilen ve aslında gofret olan güzel bir şekerleme yedik. Tuhaf bir cümle oldu ama tavsiye ediyorum. Bir de hurma şekeri var. O daha çok ağız dolduruyor ve daha çok mutlu ediyor tatlı isteyen yürekleri.
Bir şehir tanımak için içinde yürümek gerektiğine inanıyorum. Şehitlik'ten Şems'in türbesine geçerken de bu nedenle yürümeyi tercih ettik. Güzel de oldu.
Yoldaki meydanda gördüğümüz ve dönerek okunması zorunlu olan bir yazıya rastladık. Üzerine henüz araştırma yapamadım ancak hoş bir fikir gibi geliyordu göze de kulağa da. Şems'e giderken hüznü bir anlık unutmuş olduk.
Şems'in türbesi daha saygı doluydu. İnsanlar sessizce gelip dualarını edip gidebiliyorlardı. Küçücük bir camii içinde yer alıyor. Orada olup olmadığı belli değilken dahi O'nu yaşıyor olmak çok güzeldi.
Şems'in huzurlu türbesinden ayrıldıktan sonra Alaeddin Keykubat Camii'ne çıktık. Yol üzerindeki kahvede çay içmek sahiden çok hoştu. Çayları da güzel oluyor. Ancak buradaki tek sorun Alaeddin'e her yerde Alaaddin denmesi ve yazılmasıydı. (Ankara'daki Peyami Safa semtine Peyami Sefa denmesine benzetmedim değil.) Tek sorun dedim de, o aslında yalandı. Bir sorun daha var. O da camii girişindeki çocukların taciz edici hareketleri. Ellerindeki pamuk şekerlerini satmak için taciz edercesine cümleler kuruyorlar. Tuhaf! Bir güvenlik görevlisi dahi yoktu.Alaeddin Keykubat Camii'nin içini rüyamda görmüşüm gibiydi. Sütunların sonradan yapıldığını öğrenince üzüldüm. Senelerdir duruyor gibi halleri vardı. Görülmeye değer bir camii.
Alaeddin Keykubat Camii'nden çıktıktan sonra akşam üzerine gelen saatler karnımızın zil çaldığını da müjdeliyordu. Aslında tam tersi de olabilir. Konya denince akla tabi ki Etli Ekmek gelir. Ben birkaç yemek isminden oluşan kabarık bir liste ile gitmiştim ancak sadece Etli etmek, Mevlana Pidesi, Bıçak Arası denen yemeklerden yeme şansına sahip oldum. Havzan denen bir yere gittik. Masanın genişliğin bir metreden hesaplarsak masanın boyunu aştığından bir metre on santim uzunluğunda pideler konuldu önümüze. Sunuş şekli çok hoştu. Garsonlar koca koca tepsilerle geziyorları masaların etrafında. Konya'da pide öyle yenir gardaş. Zülbiye, Topalak, Libje Basta internet araştırması sonucu küçük kağıdıma not aldığım diğer yemeklerdi ama adı bile anılmadı. Gittiğinizde araştırın derim.
Görülecek yerler listesindeki bir diğer yer ise kat sayısını Konya'nın plaka kodundan alan 42 katlı Kule. Asansörle yukarı çıkarken kulakları tıkanıyor insanın. Neymiş? Asansörle yukarı çıkarken ağzın açık çıkacakmışsın!
Akşam çıkmakta yarar var. Sabah dümdüz bir şehirken, akşam ışıklarını takmış bir dansöz oluveriyor Konya. Çipil çipil eden ışıklar Ramazan'da göklere çıkan mahya ışıklarını andırıyor. Kafede hiçbir şey içmeden oturabiliyor olmak da ayrı bir güzellikti. Öğrenci aklım son iki ayını yaşıyor. Mazur görün.
Kule'nin ardından geç olan saatten dolayı evimize döndük. Ertesi gün Meram Bağları'nı görmek istesek de nasip olmadı. Güzel bir Buz Devri-4 keyfi yapıp ertesi gün çok erken olan otobüs saatimizi beklemenin daha zevkli olacağına karar verdik. Sekizinci kattaki evimizin püfür püfür esen balkonunda ciğer keyfi yaparak Konya'daki son gecemizin tadını çıkardık.
Konya Anadolu'da bir yerlerde birçok medeniyetin zamanında evi olmuş kendi halinde, güzel bir şehir. Yaşamak ister miyim diye sorduğumda hayır cevabını veriyorum ancak yine de ölmeden bir kez görülse kayıp olmaz. Yaşanan o yüzyıllara uzanma duygusunu yaşamak başka nerede mümkün olur bilmiyorum ama şimdilik benim için Konya'da mümkün.
Anadolu'daki diğer illerle kıyasladığımda aslında daha fazla olması gerekirken daha az tarihi eser olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca daha az turizm de söz konusu. Konya'nın daha çok tarih kokmasını bekleyerek gitmemden olabilir sanırım.
Konya'dan aktaracaklarım bu kadar.
Gidin görün. Burnunuz düşmez ya.
Gezmek iyidir.
Gezdiğin yerden anı biriktirmek daha iyidir.
Bu anıları herkesle paylaşmak candır.
Asıl can "Senin için kurban olsam ne yapardın?" diye şarkı söyleyen o büzülmüş dudaklardır.
Selam olsun.